Özel Beyaz Bireysel Gelişim ve Aile Danışma Merkezi - 0212 231 6112 / 0532 201 4180

 

 

      Dr. Stephan Poulter, anne faktörünü şu şekilde tanımlıyor: “Sizlerin duygusal gelişiminiz, işleyişiniz, aile içinde, sosyal yaşamınızda ve yakın ilişki içinde olduğunuz kişilerle anlamlı ilişkiler oluşturabilme kapasiteniz. Anne-çocuk arasındaki ilk ilişkiyle çocuk için duygusal bir zemin oluşmakta ve bu zemin sizlerin engellenme, sevgi, korku ve umut etme duygularınızı etkilemektedir. Annenizin size nasıl annelik ettiği, sizin kim olduğunuz ve dünya üzerinde nasıl bir yeriniz olduğu konusundaki temel hissinizi oluşturur.”


     Hepimiz, kız veya erkek evlat olduğumuza göre ve bazılarımız anne-baba olduğuna göre, “anne” sözcüğünün içimizde nasıl kuvvetli duygular uyandırdığını hemen anlayabiliriz. Konu “anne” olunca, bu konuda fikri olmayan birine rastlamak olanaksızdır. Yaşadığımız birçok olay, deneyim bize hemen annemizle yaşadığımız güzel, acı veren, kalbimizi kıran, heyecanlı birçok olayı hatırlatır. Çoğumuz yaşadığımız çeşitli zorlukların o anki duruma bağlı olarak gelişigüzel ortaya çıktığını düşünürüz. Oysa, kendimizi “tesadüfen” içinde bulduğumuz durumların kökleri, özellikle annemizle yaşadığımız deneyimlerde saklıdır. Şu ifadeler hepimizin zaman zaman içinden geçmemiş midir?
 

• “Keşke anneme daha yakın olabilseydim”
• “Neden annemle her konuşmaya çalıştığımda, konu onun üzerine odaklanıyor?”
• “Erkeklere/Kadınlara güvenmiyorum”
• “Annemi aramak istemiyorum”
• “Annemi aramadığım zaman annem beni hep suçlu hissettirir”
• “Büyürken sanki bütün yollar anneme çıkıyor gibi hissederdim. O bizim evin dugusal kalesiydi”


     Annenizin sizin için ne anlam ifade ettiğini ve sizin çocuğunuzla nasıl bir ilişki biçimi oluşturduğunuzu anlamak, yaşanan bazı iletişim sorunlarını aşmak açısından son derece önemlidir. Yaşımız, mesleğimiz, cinsiyetimiz ne olursa olsun, hepimiz hayatın içinde çeşitli kişilerle, olaylarla, nesnelerle, mekanlarla, değişen derecelerde bağlar kurarız. Bu bağları nasıl ve ne kadar kuvvetli kurabildiğimiz ise, annemizle kurduğumuz ilk bağla ilgilidir. Bu nedenle annemizle kurduğunuz ilk bağın nasıl bir bağ olduğunu anlamak, kendimizi tanıma konusunda büyük bir içgörü kazandırır. Çocuk yaşlarda oluşan dünyayı algılama şeklimiz, daha ileri yaşlarda dünyayı nasıl algıladığımızı da belirler.
Anne-çocuk arasındaki bağlanma şekilleri çok büyük farklılıklar gösterse de, genel olarak dört ana tipten söz etmek mümkündür. Ancak, genelde, herkes, her tip bağlanmada kendinden bir şeyler bulur. Buradaki amaç, anneyi suçlamak değildir. Birçok yetişkin, annesini değiştirmek için uğraşır ve başarısızlığa uğrar. Önemli olan, ilişkilerimizle ilgili bir farkındalık kazanmak ve kendi ilişki biçimlerimizi, dünyayla bağlantı kurma şekillerimizi ve duygusal hayatımızı değiştirmektir. 

 

Kesintili Tipte Bağlanma:

 

     Adından da anlaşılacağı gibi, bu tipte bir bağlanma, güven veren bir duygusal bağlanma ile duygusal bağlanmanın hiç gerçekleşmemesi durumlarının bir birleşiminden oluşur. Bu tip bir bağlanma, tahmin edilemez, düzensiz ve yanılgıya çok açıktır. Bu ilişki modeli içinde büyümüş olan çocukların yetişkin olduklarında ilişkilerinde bağlanma sorunları yaşadıkları sıkça rastlanan bir durumdur. Bu çocuklar büyürken, sevilme, desteklenme, empati gösterilme, fiziksel ihtiyaçların giderilmesi, iletişim kurulma gibi bir çok gereksinimlerinin karşılandığını görür. Ancak, aynı şekilde ve hiçbir belirgin bir neden olmadan bu gereksinimlerinin karşılanmadığını da görürler. 
Örneğin, bir gün okulda bir arkadaşınızla kavga ettiniz ve gözyaşları içinde eve geldiniz. Anneniz sizinle çok yakından ilgilendi, derdinizi anladı ve size yardımcı oldu, sizi çok rahatlattı. Bundan sonraki üç hafta boyunca anneniz, sizin yaptığınız hiçbir şeyle ilgilenmedi, sizi başından savdı. Sonra birdenbire, sizinle yeniden yakından ilgilenmeye başladı. Bu yapıdaki anneler, çocukları üzerinde yarattıkları etkiyi kavrayamazlar. Onlar, çocuklarını sevdiklerinden emindirler

 

     Bu ilişki biçimindeki temel sorun, çocuğun, karşıdaki kişiye hiçbir zaman tam anlamıyla güvenememesidir. Dünya her an değişebilir. Sonuçta, çocuk, dünyanın pek de güvenilir, şefkatli bir yer olmadığını düşünmeye başlar. Bu şekilde büyüyen çocuklar, yetişkin olduklarında, ilişki içinde kendilerini güvensiz, önemsiz, utangaç, yalnız ve sevilmeyen olarak hissederler. Bu yapıdaki çocuklar, ergenlikten sonra bir an önce annelerinden kopup, kendi ilişkilerini, hatta ailelerini oluşturmaya çalışırlar.
Kesintili bağlanma ortamında büyümüş çocuklar ve yetişkinler, genellikle çok kaygılı olurlar ve bağımlı bir kişilik yapısı oluştururlar. Duygusal anlamda engellenmeleri ve boşluk hisleriyle baş edebilmek için, işe, kumara, cinselliğe, alkole, alışverişe, vb. bağımlılık geliştirebilirler. Bu şekilde, kendilerini acılarına karşı duyarsızlaştırırlar. Bu kişiler, genellikle ilişkilerini kontrol etmek ister, sürekli şikayet eder, depresyona yatkındır, kilo problemleri vardır ya da dış görünüşlerine inanılmaz önem verirler, panik atak geçirebilirler ve kendilerini son derece değersiz hissederler. Bu çocukların temel konusu duygusal yakınlıktır. 

 

Kaçınma Tipi Bağlanma:

 

     Bu bağlanma tipinde, anne hiçbir duygusunu ifade etmez; anneden hiçbir arzu, istek beliren ifade çıkmaz, annenin yaşam coşkusu yok gibidir. Bu ilişki tipinde yaşama dair dürtüler olmadığı gibi, fiziksel temas da yoktur. Anne, çocuğa sarılmaz, onu sevdiğini söylemez. Bu tipteki anne-çocuk ilişkisinde, “bağlanamama” ön plandadır. Anne, yaşamla, ki buna çocukları da dahildir, arasına bir mesafe koymuş gibidir.  
Bu şekilde büyümüş olan bir çocuk, tüm yaşamı boyunca sevilip sevilmediğini merak eder. Yetişkinlik döneminde, bu kişiler yalnız ve izole edilmiş bir şekilde yaşarlar, çünkü insan ilişkilerinin doğal bir parçası olan sevgiyi gösterme, sıcaklık, yakınlık gibi deneyimlerden yoksundurlar. Bir kişi onlara yoğun duygular gösterdiğinde ise telaşlanırlar, korku duyarlar. Bu kişiler için başkalarını memnun etmek birinci derecede önem taşır; çatışmadan sürekli kaçınırlar. Öfke, reddedilme, yüzleşme, kaygı ve üzüntü içeren durumlardan kaçınmak bu kişiler için tam zamanlı bir iş gibidir. 
Ancak, bu kişiler, aslında hep içlerinde bir yerlerde duygularını saklarlar ve bunları göstermek isterler. Kaçınma tipi bağlanma modelinde büyümüş yetişkinler, duygularını ifade etme ihtiyaçlarını itiraf ettikleri noktada büyük bir rahatlama hissederler.

 

Depresif Tipte Bağlanma:

 

     Bir annenin çocuğuyla depresif tipte bağlanma oluşturması için mutlaka depresyon tanısı almış olması gerekmez. Bu annelerin annelik yapmak için enerjileri yoktur. Bir çocuğun sorumluluğunu taşımak bu anneler için büyük bir yüktür. Depresif bir annenin özellikleri arasında, ani duygusal iniş çıkışlar, duygusal olarak dağınıklık, kendi ihtiyaçlarının karşılanması için çocuğa aşırı bağımlı olmak, başkalarının duygu ve düşüncelerinden haberdar olmamak, sürekli şikayet etmek, mutsuz olmak, çocuğun durumuyla ilgilenmemek, olumsuz bir bakış açısına sahip olmak sayılabilir. 
Böyle bir ortamda büyümüş olan bir çocuk, sürekli annesinin mutsuzluğuna kendisinin neden olup olmadığını sorgular. Çünkü anneleri, çocuk etraftayken hiç mutlu görünmemektedir. Bu çocuklar, zaman içinde, başkaları adına aşırı derecede sorumluluk almayı öğrenirler. Annelerini ve başkalarını mutlu etmek onların birinci görevidir. Bu çocuklar, kendi duygu, düşünce ve ihtiyaçlarından habersizdirler. Ancak, aynı çocuklar, karşılarındaki kişilerin duygu, düşünce ve ihtiyaçlarını anlamada muhteşemdirler. Bu çocuklar, hayatları başkaları üzerinden yaşarlar. Biriyle bağ kurmanın tek yolunun, o kişinin bakıcısı olmak olduğunu zannederler. Bu nedenle de, bir ilişki içinde suistimal edildiğinin farkında değildir.
Bu tipte bir ilişki modeli içinde büyüyen kişilerin, “verici” olmadan da bir ilişki içinde var olmayı öğrenmeleri gerekmektedir. 

 

Güvenli Tipte Bağlanma:

 

     Bu tipte bir anne-çocuk ilişkisi %10-15 oranında görülebilir. Bu tipte bir anne-çocuk ilişkisinde, çocuk, doğduğu andan itibaren fiziksel, zihinsel ve duygusal ihtiyaçlarının karşılandığını hisseder. Bu ilginin sürekliliği, çocukta dış dünyaya ve kendine karşı bir güven duygusu oluşturur. Bu güven yetişkinlik döneminde de sürer. Bir kişinin yaşından ve konumundan bağımsız olarak beş temel ihtiyacı olduğunu söylemek mümkündür: Güvenmek, aidiyet hissi, ilgi gösterme/empati, kendini güvenli bir ortamda hissetmek ve sevgi. Tüm ilişkiler, bu ihtiyaçların çeşitli düzeylerdeki (hiç-çok) birleşimlerinden oluşur. Güvenli bağlanma, bu ihtiyaçları karşılar; çocuk için dünya her yaşta araştırılması ve keşfedilmesi eğlenceli, merak uyandıran, heyecan veren bir yer olur. 

     Güvenli bir bağlanmanın oluşması için, annenin çocuğu gerçekten dinlemesi, duygularını doğru olarak okuması ve ihtiyaçlarını doğru olarak anlaması önemlidir. Böyle bir annenin, dikkat etme, ilgi gösterme ve sevgisini sözel ve fiziksel olarak belli etme kapasitesi yüksektir. Bu da, çocuğa, düzenli, öngörülebilir ve sağlam duygusal bir zemin verir. Çocuk kendisinin sevildiğini ve önemsendiğini bilir. Böyle bir ortamda büyümüş olan bir çocuk, lider olmaktan korkmaz, kişisel alanda ve meslek alanında riskler alabilir, hayallerini kovalayabilir, paylaşımcı olabilir, sevgisini gösterebilir, başkalarının duygu ve düşüncelerini önemser.

 

     Son olarak akılda tutulması gereken nokta, bağlanma tipiniz ne olursa olsun, size mutsuzluk veren seçimlerinizi, ilişki biçimlerinizi irdeleyerek, değişiklikler yaparak, sizin için daha yapıcı, sağlıklı ve verimli bir yaşam oluşturabileceğinizdir. 

 

 

 

 

Kaynak:
Poulter, S. (2008). The Mother Factor: How your mother’s emotional legacy impacts your life. Prometheus Boks: New York