Öğretmenler, aile hekimleri, çocuk doktorları ve psikologlar arasında, çocuklarla çalışmanın en zor tarafının onların aşırı kaygılı ve kontrolcü ebeveynleriyle baş etmek olduğu nüktedan bir şekilde de olsa sıkça dile getirilir. Hiç kuşkusuz, her devirde anne ve babalar kendi çocuklarının sağlığı, gelişimi ve güvenliği için endişelenmişlerdir. Anne ve babaların, çocuklarını “göz bebekleri” olarak nitelendirmesi yeni bir tabir değil; elbet bizden önceki nesiller de çocuklarını değerli görüp onları sakınırlardı ve onların etrafında belirebilecek tehlikeleri önceden kontrol altına almayı isterlerdi. Yine de, geçmiş ve günümüz ebeveynlikleri karşılaştırıldığında bazı aşikâr farklılıkların olduğunu söylemek mümkün.
Büyükanne ve büyükbabalarımıza kulak verdiğimizde, onların da, çocuklarının eğitim, meslek ve gelecekteki aile hayatlarına dair hayalleri olduğunu ve çocuklarını tüm bunlara hazırlamak için, onların bedensel ve zihinsel sağlığı konusunda ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştıklarını duyarız. Onlar da endişelidir, fakat ebeveynlik hususunda kendilerine bugünün ebeveynlerinden çok daha fazla güveniyor gibilerdir, sanki onlar için işler günümüzde olduğundan çok daha fazla kontrol altındadır. Ayrıca, çocuğu yetiştirirken temel bazı meseleler yolunda gidiyorsa, ya gerisinin de bir şekilde düzeleceğine ya da bu yan sorunların çok da belirleyici olmadıklarına dair bir inanç, anne-babalıklarına hâkimdir. Günümüz ebeveynleri için ise sanki toptan bir kontrol kaybı söz konusu. Kendi anne babalıklarının çocuk üzerindeki etkisine mutlak bir güç atfeden ebeveynler, bu sefer, en ufak bir mesele ile karşı karşıya geldiklerinde kendilerini kontrolsüz, yetersiz ve çaresiz hissediyorlar. Bizden önceki nesiller için çocuklarının tırnak yemesi, altına kaçırması, söz dinlememesi ve yaramazlığı endişe uyandırıcıyken, şimdiki anne ve babalar için çocuk yetiştirmenin genel-geçer bir rehberinin olmayışı onları çileden çıkartıyor: “Çocuğum için ideal uyku süresi ve saatleri nelerdir? Bir de, onu uyuturken hangi metodu izlemeliyim? Çocuğum günde kaç porsiyon meyve-sebzeyi, hangi zaman aralığında yemeli? Çikolata, bisküvi, hamburger gibi zararlı gıdalar ile tanışmalı mı, yoksa tatlarını hiç bilmeden mi büyümeli? Peki, okula başladığında onu bu gıdalardan nasıl koruyacağım?...” gibi bir çok soru, anne ve babaların kafasını karıştırıp onları güvensiz hissettirmekte. Dahası, bir ebeveynin tüm bu soruların en doğru yanıtının araştırması içerisinde olması, ikna olduğu yanıtları hiçbir esnemeye fırsat vermeden harfiyen uygulamaya çalışması ve çocuklarını her türlü “olası hasar”dan korumaya kendini adaması, bugün onları parmakla gösterilen duyarlı ve ideal anne-baba rütbesine yükseltiyor. Diğer anne-babalar onlara gıpta ediyor ve onları örnek alıyor. Her ne kadar aşırı korumacılıkla üzeri örtülmeye çalışılsa da, ebeveynlik deneyiminde, dünden bugüne bir kontrol ve özgüven kaybı olduğunu görmek mümkün.
Bu kaybı telafi etmeye çalışan genç anne ve babaların, yine de, çocuklarıyla ilgili başları sıkıştığında kendi anne-babalarının nasihatlerine başvurmayı tercih etmedikleri açık. “Sizin zamanınızda ortalık kötü insanlarla kaynamıyordu.”, “Eskiden her şeyin en doğalı vardı.”, “O devirlerde devlet okulları şimdiki gibi berbat halde değildi.” gibi tüm talihsizliklerin kendi nesillerine yazgılandığı alt metniyle zamanın değiştiğini söyleyen anne ve babalar, önceki kuşakların bilgisini modası geçmiş olarak değerlendiriyorlar. Peki işler gerçekten de böyle mi? Muhtemelen önceki nesiller, her gün bir yenisi eklenen çocuk tacizi, tecavüzü, kaçırılması ve cinayeti haberlerine yeni nesil kadar sık maruz kalmamışlardır. Medyanın tehlikeli dış dünya ve pusuda bekleyen sapık yabancılar haberlerinin bombardımanına uğramayan eski toprakların çocukları kol kola mahalle okuluna giderken, onları izleyen bir pedofilinin varlığının ihtimalinin, anne ve babalarının aklından geçmemiş olması doğaldır. Şimdi şehirlerde kaç çocuk okula yürüyerek gidebiliyor ki? Veya gözetim altında olmadan sokak aralarında oynayabiliyor? Sadece karamsar haberler ile ailelerin panik ve hayal gücünü besleyip onları daha da kontrolsüz hissettiren medya değil, anne ve babaların çocuklarını daha iyi yetiştirebilmesi için her fırsatta ne yapmaları ve neyden kaçınmaları gerektiğini çok net bir dille onlara dikte eden günümüz uzmanları da bu paranoyaya katkıda bulunuyor. Tüm bu propagandaların mevcudiyetinde, gerçekten de ne kadar tehlikeli bir dünyada yaşıyor olduğumuzu kestirebilmek, günümüzü geçmiş ile nesnel olarak karşılaştırabilmek imkan dâhilinde görünmüyor. Her şeye karşın, tüm değişime rağmen, tablonun bu kadar da karanlık olmadığını söyleyebiliriz.
Peki sahiden de, anne ve babalarımızın çocuklar hakkında bize verebilecekleri hiç mi işe yarar bilgileri yok? Modası geçen önceki kuşakların çocuk yetiştirmeye dair bilgileri midir, yoksa başka bir şeyler olabilir mi? Yazar Christina Hardyment, geçmişten günümüze ebeveynlikle ilgili kaleme aldığı kitabında*, çocuk ile ilgili görüşlerin de bir modası olduğunu ileri sürmekte. İnsanlık tarihinin çok da gerilerde kalmayan uzun bir kısmı boyunca çocukların küçük yetişkinler olarak görüldüğü çoğumuzun malumudur. Hardyment’a göre, anne babalara evvelden verilen tavsiyelerin yegâne amacının, bu ufak canlıların daha güçlü ve dirayetli olma gereksinimlerine hizmet etmek olduğu anlaşılıyor. Fakat, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çocukluk, savunmasız ve hassas bir dönem olarak addediliyor. Çocuğun korunmaya muhtaç ve her türlü tesire son derece açık olduğu bu zamanlarda, anne ve babalar adeta ipin üzerindeki bir cambaz gibi hareket etmelilerdir ki çocuklarını minimum hatta mümkünse sıfır hasarla büyütebilsinler. Bu noktada, nesiller arasındaki çocuk yetiştirme uygulamalarındaki farklılığın, çocuğun aslında ne kadar esnek olabileceğine dair bir inanç farklılığı olduğunu da savunabiliriz. Görünüşe göre, bizden önceki nesiller çocukların esnekliğine çok daha kâniler. Her şeyi kitabına uygun yapan, tam da önerildiği gibi çocuğuyla ilgilenip tam da gerektiği gibi ona sevgisini gösteren günümüz ebeveynleri çocuklarının hala mutsuz, keyifsiz, hoşnutsuz veya tembel olabildiğini gördüklerinde adeta dehşete düşüyorlar. Oysaki, kendi anne babalarının yanlış yaptığı her şeyi düzeltip eksiklerini de kapamışlardı. Lakin bu durum, bizi elbette eski nesillerin çocuk yetiştirme pratiklerinin çok daha doğru olduğuna dair kısa yolcu bir çıkarıma götürmemeli. Hatta muhtemelen öyle değildir de. Ama galiba tüm bunların bize işaret ettiği bir şey varsa o da, çocukların bu kadar da savunmasız olmadığı ve çocuk yetiştirmeye bütün bir determinizmin hâkim olmadığıdır.
Anlaşılan o ki, ne ebeveynler çocuklarının kim olacağı üzerinde çok bir kudret sahibi ne de çocuklar her an solabilecek narin birer çiçek. Bir insan yetişirken onun nasıl bir özne olacağını garanti edebilecek bir neden-sonuç zinciri yok. İnsan olmanın ta kendisinde olduğu gibi, anne babalıkta da hep bir eksik, tutulamayan, elden avuçtan kayıp kaçan bir şeyler var. Belki tam da kendindeki bu şeyleri tanıyıp, kabul edip, onlarla bir hamur gibi oynadığında, anne-babalar, bu deneyimlerinde çok daha emin hissedeceklerdir.
Kaynakça:
Christina Hardyment, Perfect Parents: Baby Care Advice Past and Present (1995)