Özel Beyaz Bireysel Gelişim ve Aile Danışma Merkezi - 0212 231 6112 / 0532 201 4180

 

 

         Dünya tarihinde pandemi dönemi kadar belirsiz bir dönem belki de hiç yaşanmadı. Genellikle dünyanın bir noktasında çeşitli nedenlerden ötürü bir belirsizlik yaşansa da diğer birçok noktasında yaşam tahmin edilebilir bir çerçevede sürdürülebilirdi. Ancak Covid19 pandemisi, dünyanın hiçbir noktasını kayırmadı ve tüm insanların hayatına bir şekilde değdi. Konu insan yaşamı olunca da kaytarmalar, tedbirsizlikler karşılıksız kalmadı. Kısa bir süre içinde ne kadar ciddi bir durumla karşı karşıya olduğumuz acı bir şekilde anlaşıldı.

 

Belirsizlik nasıl tanımlanabilir? Belirsizlikte dengeler bozulmuştur. Geleceği öngörmek için kullanılan birçok ölçüt işlevini yitirmiştir. Hiç düşünmeden yerine getirilen rutinler bir anda bozulmuştur; tüm rutinleri yeniden oluşturmak gerekebilir. Referans kalmamıştır, neyin kerteriz alınacağı bilinmez. Birilerinin cevapları bildiğine inanılır ve o cevapların peşine düşülür. Bir öğrenci pandemi döneminde aynı saatte yatağından kalkabilir, kahvaltısını edebilir, ancak bu rutinler, evden okula gitmenin, bir ayrışmanın, zamana bağlı mekân değiştirmenin öncülü olmaktan çıkmıştır. Belirsizlik durumunda hangi yaklaşım biçiminin en etkin olduğunun da yanıtını bulmak olanaksızdır. Kısacası, belirsizlik dönemi bir nevi travma durumunu andırır. Travmatik durumlar da beklenmedik bir anda kişinin hayatına girerler, kişinin hayatını olumsuz yönde etkilerler ve kişinin hayatı bu olay ya da olaylardan sonra genelde eskisi gibi olmaz.

 

Pandemi sürecini nasıl yaşadığımıza baktığımızda, zihnimizde geçmişe, bugüne ve geleceğe dair ögeler olduğunu görmekteyiz. Bir yanımız, geçmişte alıştığımız kalıpları canlı tutmak ister. En kısa sürede iyisiyle kötüsüyle alışık olduğumuz, üzerinde kontrolümüz olduğuna inandığımız geçmiş yaşantımıza geri dönmeyi arzu ederiz. Zaman geçtikçe, belki geçmişte aslında bizi rahatsız eden birçok durum da belki gözümüze güzel görünmeye başlar. Diğer taraftan bugünü de yönetmek zorundayız. Günler her şeye rağmen anlamlı ve verimli geçmelidir. Bu süreçte en sıkıntı veren alan “gelecek”tir. Geleceği, hangi zihinsel kalıplarla düşünmeliyiz? Geçmişin kalıplarıyla mı? Bugünün kalıplarıyla mı? Yoksa hiç bilmediğimiz yepyeni kalıplarla mı? Bu kalıpları şu andan bilen kişiler var mı? Onların bilip de bizim bilmediğimiz nedir?

 

Gelecek söz konusu olduğunda akla birkaç anahtar sözcük gelebilir: UMUT-BEKLENTİ-PLAN-HAYAL-PROJE.

 

Şu anda herhangi bir şey hayal edebilecek durumda mıyız? Evet. Hayal için sınır yoktur. Hayallerin gerçekçi olması gerekmez. Ancak, çoğu kişi için gerçekleri aşan hayaller rahatsız edicidir, çünkü hayal kişinin içindeki arzu ve dürtüleri harekete geçirir. Kişi bu arzuların etkisiyle, kontrolünü kaybetmekten ya da hayal kırıklığı yaşamaktan korkabilir.

 

Şu anda bir şeyleri umut edebilecek durumda mıyız? Genel kaygı ve öfkenin bu kadar arttığı, ülkelerin yöneticilerine güvenmedikleri, ekonomik göstergelerin sıkıntı yarattığı bir ortamda umut besleyebilmek, her şeyin iyi ve güzel olacağına inanmak çok kolay görünmemekle beraber olanaksız da değildir. Hayallerin olması, ancak umudun olmaması da çok zor bir durum. Ancak hayaller ve umut olmadan planlar, projeler ortaya çıkabilir mi?

 

Birçok kişi için hayaller ve umutlar yerine denenmiş ve bilinen alanlarda beklentiler oluşturmak, planlar ve projelere odaklanmak çok daha elle tutulur ve bu nedenle de çok daha rahatlatıcıdır. Verileri alt alta sıralamak, sonra bir çizgi çekip bu verilerden ne tür sonuçlara ulaşılabileceğini hesaplamak ve buna göre algoritmalar oluşturmak. Dünyanın işleyişinin bu yöntem üzerine kurulu olduğunu düşünebiliriz. Ancak algoritmik düşüncenin en büyük düşmanının belirsizlik olduğunu da unutmamak gerekir. Bir proje oluşturmak için belirsizlik faktörünün oldukça düşük olması gerekir. Öte yandan belirsizlikleri bertaraf etmek mümkün olmadığı için A planı, B planı yapılır.

 

Konumuz olan bir ergenlik projesi oluşturmak başlı başına meşakkatli bir iştir. Bu projeyi pandemi zamanında oluşturmak daha da zor bir iştir. Ergenlik projesi oluşturmak neden zordur? Bu konuyu kavrayabilmek için birkaç konuyu daha ayrıntılı olarak anlamak gerekir.

 

Ergen beyni: Ergen beyninin yapım aşamasında bir beyin olduğu bilinmektedir. Bu ne anlama gelir? Kişinin, karar almasını, neden- sonuç bağlantılarını kurmasını, olaylara bir bütünlük içinde bakmasını, düşüncelerini hareketlerine yansıtmasını sağlayan pre-frontal korteks henüz oluşmaktadır. Oysa, beynin daha ilkel alanları faaliyetlerine tüm hızıyla devam etmektedirler. Kısaca limbik sistem olarak ele alabileceğimiz bu alanda, duygular ve duyguların yoğun yaşandığı deneyimler yer alır. Bu deneyimler duygusal hafızayı oluşturur. Ergenlik döneminde salgılanan hormonlar, bu duygu ve deneyime yönelik davranışların daha da artmasına yol açar. Gençler için yenilik peşinde koşmak önemlidir; uyaranlar motive ettikleri oranda değer kazanırlar. Şu dönemde motivasyon ve uyaran kaynaklarının giderek azaldığı bir gerçektir. Bu arayışlar, gençlerin stresle karşılaştıklarında verdikleri tepkilerin “mantıklı” olmasına engel olabilir. Bir genç kendisinde stres yaratan bir durumla karşılaştığında çok fevri bir tepki verebilir; o konu onun başetme gücünü ya da yetisini aşıyorsa öyle bir konu yokmuş gibi davranabilir.

 

Belirsizliğe dayanabilmek: Belirsizliğe tahammül edememek şu şekilde tanımlanır: Somut, belirleyici nitelikte ya da yeterli bilgi olmadığı durumlarda kişinin verdiği olumsuz tepkiler. Buradaki temel unsur bilinmeyenin yarattığı korkudur, çocuğun gece odasından canavar çıkacağından korkması gibi. Belirsizlik ve risk kavramları içiçe geçmiştir. Risk de kötü sonuçların ortaya çıkma olasılığını barındırır içinde. Belirsizlik gibi risk de yalnızca bir kişiyi, bir aileyi, bir topluluğu, bir ülkeyi ya da tüm dünyayı ilgilendirebilir.

 

Belirsizliğe tahammül edemeyen kişilerin çevrelerindeki kişilere olan güveninin de ortalamanın altında olduğu bulunmuştur; bu durumu o kişilerin de düzeltebileceğine inanamazlar. Belirsizliğe tahammül etmekte zorlanan kişilerin kaygı düzeyi ortalamanın çok üzerindedir. Kaygılanmak sanki bir kontrol mekanizması oluşturuyor gibidir. Yanıtı bilinmeyen soru üzerine sürekli düşünmek mucizevi bir şekilde yanıtı getirecek gibidir. Bu kişiler kimseye güvenemezler ancak sürekli aynı soruları sorma eğilimindedirler. Bir işi başkasına delege etmekte zorlanabilirler. Bir işi sonlandırmak yerine sürekli ertelemeyi tercih ederler, bu şekilde mükemmel cevap için her zaman bir fırsat yaratılmış olur. Belirsizliğe dayanamayan kişilerin zihinleri sürekli senaryo üretir ve bu onları daha da kaygılandırır; bu kişilerin çıkarımları genellikle olumsuzdur. Bu kişiler için başkalarının ne düşündüğü de büyük önem taşır. Yanlış bir adım atmak, başarısız olmak, hata yapmak bu kişiler için korkutucu fazlasıyla olabilir. Garanti aranır ancak hiçbir cevap yeterince garantili bulunmaz. Sonuç olarak belirsizliğe dayanamayan kişilerin risk almaktan da çekindikleri sonucuna varabiliriz.

 

Küçük bir çocuğu düşünelim. Küçük bir çocuk, belirsizliklere ne kadar hazırlıklıdır aslında, her duruma hızlıca uyum sağlayabilir. Bir şeyin nasıl yapılması gerektiği, neyin doğru ve uygun neyin yanlış olduğu algısı yaş ilerledikçe kalıplaşmaya başlar. Çocukluk esnekliğini tümüyle yitirmiş bir zihin öngöremediği her şey karşısında korku üretmeye başlar.

 

Bu noktada pandemi döneminde ergenlik çağında çocuğu olan bir aileyi gözümüzün önüne getirelim. Eğer anne-baba da mükemmeliyetçi yapıda, her adımlarını planlayan ve planların aksamaması için her ayrıntıyı düşünen kişilerse bu belirsizlik dönemi muhtemelen onları da oldukça olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Pandeminin şiddeti, aşılar, istatistikler, yapılması gerekenler ve gerekmeyenler hakkında sürekli bir bilgi akışı olmakta, ülkeler ve şehirlerarası sınırlar, işyerleri ve okullar sürekli açılıp kapanmaktadır. Hiç kimse pandeminin sonu ve sonrası ile ilgili net bir açıklama yapamamaktadır.

 

Bu ortamın içinde bir arkadaşlarıyla yeterince görüşemeyen, kendi özel alanını yaratamayan, ilgi alanlarından uzak kalmış bir ergen bulunmaktadır. Bu genç, dikkatini hayatını planlamaya odaklasa bile bir süre sonra dikkati dağılır, daha heyecan verici anlık uyaranlar araya girer. Genç arkadaşlarıyla bir bağlantı yakaladığında bu daha çok anlık hazlar üzerinden kurulan bir bağlantıya dönüşür. Oysa sürekli beraber olunan durumlarda gelecek ve hedefler konusu da, doğal bir akış içinde daha rahat gündeme gelebilir. Anne-babanın o genç için o gence rağmen bir şeyler planlaması gerekmektedir.

 

Güven sarsılmaya başladığında kişi kendisini en güvenli hissettiği bir önceki döneme döner, diğer bir deyişle bir gerileme söz konusu olur. Anne-baba, belki durumu yönetebildikleri zaman dilimini yeniden yaratma eğilimindedirler. Çocuk da kendisini en güvende hissettiği, çok az sorumluluğunun olduğu, kendi üzerine titrendiği zaman dilimlerine geri dönmek istemektedir. Bu durumda, hayatı kavrayış açısından ciddi bir durum oluşur. Anne-baba kendini yetkin hissetmek isterken, genç de daha küçük bir çocuk gibi hissetmek isteyebilir. Bu noktada “uyarı kalkanı” kavramından da bahsetmek gerekir. Uyarı kalkanı, anne-babaların küçük çocukları dış dünyanın etkilerinden korumak üzere oluşturdukları bir kalkandır. Çocuk dışarıdan gelen uyaranlara doğrudan maruz bırakılmaz, uyaranlar bir filtreden geçirilir veya yumuşatılarak sunulur. Belirsizlik döneminde somut bilgiye başvurulması ve sonuçta bir bilgi bombardımanı altında kalmak sıklıkla rastlanan bir durumdur. Ancak ergenlerin tüm bu bilgiyi elemek ve sıralamak için yeterli deneyime sahip olmadığını da unutmamak gerekir. Bu nedenle, iletişim kanallarını açık tutmak elzemdir. “Önce güvenlik sonra üretkenlik”.

 

Resilience/ Dayanıklılık (Dirayet-Metanet-Esneklik): Belirsizliğe tahammül edebilmenin en önemli gereklerinden birisi ruhsal dayanıklılıktır. Ruhsal olarak dayanıklı kişiler, durum ne olursa olsun olumlu anlamda uyum sağlamanın yollarını arar ve çoğunlukla da bulurlar. Ruhsal dayanıklılığın var olup olmadığı kişinin gösterdiği tepkiler üzerinden anlaşılır.

 

Bu noktada birkaç kavrama daha açıklık getirmek gerekir. Bu kavramlardan bir tanesi stres kavramıdır. Stres, kişinin psikolojik ya da biyolojik dayanma kapasitesini tehdit eden, zorlayan ya da aşan faktörler olarak tanımlanabilir. Stres faktörlerinin sayısı ve yoğunluğu arttıkça kişinin dayanma yetisi sarsılmaya başlayabilir.

 

Bir stres durumu ile kişinin strese verdiği tepki nelere bağlıdır? Burada ilk gözümüze çarpan kişinin baş etme yöntemleri olur. Baş etme yöntemleri geniş bir yelpaze üzerinde dağılır. Kimi insan daha etkin, daha kontrol odaklı baş etme yöntemlerine başvurmayı yeğler. Böyle durumlarda istenen, soruna yol açan unsurları değiştirmek ya da ortadan kaldırmak için doğrudan müdahalede bulunmaktır, örneğin korona virüsünün kaynaklarını yok etmek gibi.  Ancak bu yaklaşım biçimi her zaman çok uygun olmayabilir. Diğer bir baş etme yöntemi, var olan durumun içinde kişinin yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışmasıdır. Kişi koşulları kabullenir, o koşullara bakış açısını değiştirmeye çalışır ve kendini iyi hissettirecek ortamlar yaratmaya çalışır. Örneğin sosyal ilişkilerini geliştirmek ya da yeni bir beceri kazanmak gibi. Bir diğer baş etme yöntemi de o durum yokmuş gibi davranmak ya da darmadağın olmaktır, ki bunlar sağlıklı olmayan bir baş etme yöntemleridir. Burada önemli olan kişinin, sağlıklı yöntemleri duruma uygun olarak kullanabilmesidir. Örneğin korona virüsü ile ilgili olarak, koşulları değiştirmeye çalışmak, kişi bu konunun uzmanı ya da bir devlet görevlisi değilse, kişiyi pek bir yere götürmez, olsa olsa stresinin artmasına neden olur, onda engellenmişlik duygusu yaratır.

 

Yukarıda, beyindeki limbik sistemin olumlu ve olumsuz anıları sakladığından bahsetmiştik. Ergenlik dönemine, gencin baş edebileceğinden daha yüksek düzeyde strese maruz kalması, beynin yapısını ve içinde oluşan devreleri doğrudan etkileyebilir. Bu dönemde, bir ergenin ne kadar çok cephede savaşması gerektiğini yeniden hatırlayalım. Kendi kimliğini oluşturmak, değişen bedenine uyum sağlamak, dürtülerini ve duygularını dengede tutmak, kendine hedefler koymak ve planlar yapmak, sosyal arenada kendine yer edinmek, anne-babasıyla bağlarını korumak, anne-babasına karşı kendi özel alanını korumak, belirsizlikle baş etmek, her şeye rağmen hayal kurabilmeye devam etmek.

 

Son dönemlerin sadece korona virüsü tehlikesini değil, doğal afetler, kuraklık, ekonomik belirsizlik, her şey için rekabet gibi birçok stres faktörünü de içinde barındırdığını göz önünde bulundurursak, beynin işleyişinin bundan ne kadar etkileneceğini de rahatlıkla anlayabiliriz. Beyin bir tehdit sezdiği zaman kortisol hormonu salgılar ve bu şekilde kişinin tetikte ve uyanık olmasını sağlar. Tehlike geçtiği zaman da kişi tekrar sakin haline geri döner. Oysa son zamanlarda, tekrar huzurlu ve dingin anlara geri dönmek gittikçe zor olmaya başlamıştır, konular bir türlü daha “hafif” hale gelememektedir. Herkes sürekli tetikte ve her an bir tehlikeye karşı hazır olma gereksinimi duymaktadır. Yapılan araştırmalar, bu durumun oluşmakta olan beyinler üzerinde olumsuz etkileri olduğunu göstermektedir.

 

Ruhsal dayanıklılığı artıran etmenler nelerdir? Ruhsal dayanıklılıkta mizaç oldukça önemli bir rol oynar. Değişikliklere daha kolay uyum sağlayan, daha soğukkanlı çocuklar daha dayanıklı olmaya eğilimlidir. Anne-baba ve başka yetişkinlerle kurulmuş sağlıklı iletişim ve onlardan alınan destek de genç için önemli bir dayanak oluşturur. Gencin değer yargıları oluşturmuş olması, zorluk karşısında dayanacağı güçlü değer yargıları onun açısından yol göstericidir. Kendine güveni desteklenmiş bir genç de olumsuzluklar karşısında kendisi için bir koruma kalkanı oluşturabilir. Bir konu hakkında düşünme becerisi geliştirmiş bir genç, olaylar üzerinde kendisinin de bir etkisi olabileceğine inanır; onun için kontrol dışarda değil kendisindedir. Mizaha başvurmak da koruyucudur. Son olarak da gencin bir inancının ya da inandığı bir gücün olmasının da koruyucu olduğu saptanmıştır.

 

Düşlemleme yeteneği: Düşlemleme yeteneği, kişinin küçük bir çocukken, annesinden ilk ayrılmaya başladığı dönemde geliştirmeye başladığı bir yetenektir. Bu yeteneğin oluşmasında anne-babanın payı büyüktür. Bu alan ne geçmiş ne gelecektir ne çocuğa ne de anne-babaya aittir. Çocuğun somut olarak yanında olmayan anne-babasını aklında tutabilmesi önemlidir. Çocuğun oyun oynama kapasitesi burada gelişir. Çocuk somutluktan çıkar ve –mış gibi oynamaya başlar, dener, yanılır, merak eder, keşfeder ve bu şekilde kendini oluşturmaya başlar. Anne-baba çok müdahaleci olduklarında bu alan pek gelişemez. Sadece zihinsel olarak gelişmeye yönelik oyunlar, “ileride faydası olacak” etkinlikler, çocuğun düşlem yeteneğini zedeler. Çok ilgisiz anne-babaların çocuklarının da düşlem yetenekleri gelişemez, çünkü zihinlerinde temsilini kuracakları bir malzeme yoktur. Bir kişinin, hayal kurabilmesi, diğer bir deyişle, zihninde bir konuyu soyutlaştırıp üzerine düşünebilmesi çok hayati bir beceridir ve yıllar içinde gelişir. Yaşamın her aşamasında gerekli olan bu beceri, ergenlikte özellikle kıymetlidir, çünkü bu beceri gence gelecekte ne olmak istediğine dair düşünme olanağı sunar.

 

Duyguları konuşmak: Hangi durumla karşı karşıya kalırsak kalalım içimizde o duruma dair bir duygu oluşur. Ancak çoğunlukla duyguları tanımlama ve onları dengeleme zor geldiği için duyguları bastırma, yok sayma ya da değersizleştirme yoluna gideriz. Duygular yargılanır, mantığın duygunun yerine geçmesi istenir, ama duygular dirençlidir ve bir yere kaybolmazlar. İçinde yaşadığımız bu sıkışık dönemde duygular hızla değişmektedir. Duyguların tanınması ve tanımlanması, gerginliği büyük ölçüde azaltır ve düşünmeyi kolaylaştırır. Bu nedenle ara ara duyguları masaya yatırıp basıncı azaltmakta yarar vardır.

 

Birlik ve aidiyet duygusunu pekiştirmek: Herkesin birbirine uzak kaldığı bu dönemde, en sekteye uğrayan alanlardan biri de gençlerin birbirleriyle olan iletişimi ve aidiyete dair kodların yok olmasıdır. Bu nedenle, sınıf çalışmaları içinde küçük grup çalışmaları yaygın olarak kullanılabileceği gibi, aidiyet duygusunu pekiştirecek, örneğin “Bugün herkes kırmızı giysin” gibi küçük müdahaleler de oluşturulabilir.

 

Hedef oluşturmak: Gelecek hayali ve kendine bir hedef koyabilmek genci bir amaç sahibi kılar. Genç, ancak bir amacı varsa motive olabilir ve o amaç doğrultusunda gelecek projesini oluşturabilir. “Önce bir çalışayım da sonra bakarım” gibi bir düşünme şekli verim sağlamaz. Bir hedefin olması, bu hedefin tek seçenek olduğu anlamına gelmez. Hedef gencin yola çıkmasını sağlar. Hedef oluşturmak da çok hassas bir konudur. Öncelikle gencin, genellikle bu hedefi kendi başına oluşturma şansı yoktur. Genç bir hedef oluşturduğunda, bu hedef çevresindeki yetişkinler tarafından sorgulanır. Diğer yandan genç bu hedefi oluştururken ne kadar somut verilere başvurmuştur, ne kadar araştırma yapmıştır?

 

Konuya bir de ergen beyni üzerinden yaklaşacak olursak, gencin bir hedef oluşturmak ve o doğrultuda aşamalı düşünmek için zorlanacağı bazı beceri alanları vardır: O hayali zihninde tutabilmek ve üzerine düşünebilmek. Doğabilecek olası sonuçları çıkarmak, onları akılda tutup birbiriyle karşılaştırmak. Bir sonuca varmayı erteleyebilmek ve o sırada gelen diğer bilgileri var olan bilgilerle kaynaştırmak, benzerlikleri ve farklılıkları bulabilmek. Gerektiğinde yardım isteyebilmek. Bir gencin yapım aşamasındaki beyni ile bu kadar zorlu bir işin altından kalkması oldukça zordur. Öte yandan öğüt almak istemez, eleştirilmek istemez, uzun açıklamalar dinlemek istemez.

 

Birlikte düşünebilmek: Bir konu hakkında düşünebilmenin kişinin yaşamında ne kadar önemli olduğu şüphe götürmez. Bir genç kurduğu ya da kuramadığı hayalleri anne-babasıyla paylaştığında neler olur? Çoğu insan çözüm odaklıdır. Bu nedenler duygular, kararsızlıklar, fevri tepkiler, inatlar bunlarla karşı karşıya kalan kişide öfke uyandırır. İlk akla gelen “Tüm bunlar çok saçma. Bunları düşünmeyi bırak. Şöyle şöyle düşün. Bu senin için daha iyi” doğrultusunda bir cevaptır. Bu şekilde bir etkileşim iki tarafı kafa kafaya getirir ve sonuç olarak ya çatışma devam eder ya da bir taraf savaş alanından çekilir. Düşlemleme yeteneğinden ve gencin beyninin yapım aşamasında olduğundan bahsetmiştik. Dolayısıyla, gencin sadece potansiyellerine bakıp “istese yapar” diye varsaymak yerine, onunla birlikte bir düşünme sürecinin içine girmek, ona hem aşamalı düşünme hem zihinde plan oluşturma hem de kendi kurduğu mantık zincirinde nerelerde eksiklikler ya da aksaklıklar olduğunu onunla birlikte keşfetme olanağı verir. Bu şekilde genç “Nasıl olsa hiçbir istediğimi kabul etmiyorlar” inanışından da kurtulur. Birlikte düşünmek nedir? Öncelikle karşıdaki kişiyi yargılamamak ve onun zihnini anlamaya çalışmaktır. “Üniversitenin gerekli olmadığını düşünüyorsun ve bir gamer olmak istiyorsun. Dinliyorum. Bir gamer ne yapar? Bunun için nasıl bir donanıma gerek var? Kaç gamer var? Meşhur olan nasıl meşhur olmuş? Bir gamer’ı ne orijinal yapar? Konuşurken sürekli takılan bir gamer ilginç olur mu? O zaman hem dile hâkim olması hem aynı anda birkaç işi yapması hem komik olması hem gündemi takip etmesi gerekiyor? Anladığım kadarıyla konu sadece bir oyunu iyi oynamak değil?”

 

Birlikte düşünmek, bir süre sonra genç tarafından içselleştirilir. Kendi kendine bir konu hakkında düşünebilmek, ne zaman yardım istemesi gerektiğini fark etmek, planlarını değiştirebilmek gencin kendine olan güvenini artırır ve ona olayları kontrol edebileceği duygusunu verir. 

 

Küçük kontratlar yapmak: Kurallar ve çerçeve herkes gibi gençlere de iyi gelir. Bu nedenle, birlikte düşünme aşamasını geçtikten sonra, çok net tanımlanmış başlıklarla anne-baba-çocuk arasında kontratlar yapılabilir. Burada en önemli nokta, çocuğun bu anlaşmanın anlamını ve önemini kavramış olmasıdır. Genç, kendisine dikte ettirilen ya da o anda verilmiş bir kararla uygulanan yaptırımlar yerine, öngörebildiği, yapımında söz sahibi olduğu anlaşmalara uyma konusunda daha istekli olacaktır. Örneğin, “Gitmek istediğin okul için hangi koşullar gerekiyor, dört gün içinde bir liste hazırlayıp getirebilir misin?” “Ekran için nasıl sınırlamalar koyalım?” gibi.

 

Kişinin en temel gereksinimlerinden birisi kendisini güvende hissetmektir. Stresli bir durumla karşılaşıldığında, riskler oluştuğunda, belirsizlikler ortaya çıktığında güven duygusu sarsılmaya başlar. Bu noktada, aynı düşüncelere takılmak, kaygının artması, tutunacak bir şeyler aramak, eskiye dönmeye çalışmak verilecek tepkiler arasındadır. Öbür taraftan, bunun bir ara alan, bir geçiş alanı olduğunu düşünmek ve hayal gücünü devreye sokmak da mümkündür. Anne-babalar hayat içinde edindikleri deneyimleri gence yol göstermesi ve fikir vermesi için onun hizmetine sunarlar. Gencin bu deneyimleri değerli bulması için bu deneyime sahip kişilere saygı duyması gerekir. Belirsizlik içinde birçok olasılığı da barındırır. Ve en sonunda her seçimin, diğer seçenekleri elemek ancak başka seçeneklerin de önünü açmak demek olduğu kavrayışına varmak mümkündür.