COVID19’un bizleri evlerimizde kalmaya zorunlu bıraktığı bugünlerde, karşımıza çıkan, “değerlendirebileceğimiz” seçeneklerin sayısı giderek artıyor. Ücretsiz olarak sunulan binlerce film, festival, tiyatro, opera, sergi, kitap, yüzyüze alma fırsatı bulamadığımız eğitimlerin online seçenekleri, birçok turizm şirketinin oluşturduğu sanal geziler ve konferanslar, instagramda izleyebileceğimiz sayısız canlı yayın, evde pişirebileceğimiz her türlü yemek tarifi, çocuklarımızla oynayabileceğimiz oyunlar, yapabileceğimiz etkinlikler… Bunlar da yetmez, eş dosttan gelen ve “mutlaka yapmamız” gereken öneriler: “Mutlaka meditasyon yapmalısın! Mutlaka spor yapmalısın! Bu konseri mutlaka izlemelisin! Boş durmayı da öğrenmelisin!” Tam anlamıyla bir seçenek bombardımanı altındayız. Aslına bakılırsa, bu “modern” toplumlarda yaşayan kişiler için çok da yeni bir durum değil. Bu kadar çok seçenek olması acaba kişiyi nasıl hissettiriyor? Seçme özgürlüğü mü yoksa bir bombardıman altında kalma duygusu mu?
Orhan Pamuk’un bir röportajında okumuştum: “Yeşil trene binsem aklım mavi trende kalıyor, mavi trene binsem aklım yeşil trende kalıyor” diyordu. Günler hala 24 saat, ancak bu 24 saate sığması gereken ya da sığması gerektiğini düşündüğümüz, belki de sığmasını istediğimiz çok fazla şey var. Seçenek sayısının fazla olması bir avantaj mı yoksa dezavantaj mı? Modern dünya, seçenek sayısının fazla olmasını seçim yapabilme özgürlüğü ile bağdaştırsa ve temel bir hak olduğunu iddia etse de bu gerçekliği olan bir sav mıdır (Palmer, 2015)? Daha eski dönemlerde insanların bulduklarını yediğini, yetecek kadar kıyafetleri olduğunu, bir ev ya da araba satın almak için anlık isteklerini ertelediklerini biliyoruz. Seçenek sayısının az olması ve sabretmek insanları daha mı mutsuz yapıyordu? Bu kadar çok seçeneğe neden ihtiyacımız var? Yazı-tura ile karar vermek sanki çok gerilerde kaldı. Tüm bunlar üzerinde düşünülmesi gereken önemli sorular.
Seçim yapmak ne anlama geliyor? Seçim, birden fazla seçenekle karşılaştığımız durumlarda, bu seçeneklerden birine karar vermek şeklinde tanımlanmaktadır (Ye, 2019). Ancak, seçim yapmak her zaman diğer seçeneklerden vazgeçmek anlamını da taşır. Seçeneklerin anne-babaları da çocukları da terörize etmesinin en büyük nedenlerinden birisi, kimsenin vazgeçmek istememesidir. “Her seçim bir kaybediştir” sözü ne kadar doğru, ancak kimse “kaybetmek” istemiyor, aynı anda her şeye sahip olmak, aynı anda her şeyi yapabilmek istiyor. Sınırlılıkları ve yetersizlikleri kabullenmek çok acı veriyor sanki. Çocukların iki yaş civarında “tümgüçlülük” fantazileri olduğunu biliyoruz, kendilerini her şeye muktedir görüyorlar. Olgunlaşmanın göstergelerinden bir tanesi de kişinin tümgüçlü konumundan çıkması ve yetersizlikleri, sınırlılıkları ile yüzleşmesi iken, günümüz toplumunda bu algıdan çıkmak bir zayıflık belirtisi olarak algılanmaktadır ne yazık ki. Ancak bu fantaziden çıkmak için, “Benim sınırlarım da bu kadar” diye düşünebilmek gerekmektedir. Tümgüçlülük fantazisi o kadar çekicidir ki, çocuk büyüyüp yetişkin ve daha sonra anne/baba olduğunda bile bu fantaziyi bırakmak istemez. “İstedikten sonra her şeyi yapabilme gücüne sahibim”, günümüzde bir özgüven belirtisi olarak algılansa da gerçeklik boyutunu yitirmeye başlamaktadır. “Kazananlar hiçbir zaman kaybetmeyenlerdir” ifadesi ile karşılaşmayan kimse yoktur; tüm eğitim hayatı boyunca öğretilen istedikten sonra her şeyin başarılabileceği ve asla vazgeçmemek gerektiğidir (Schaefer, 2019). Oysa, seçenek fazlalığı bir özgürlükse, seçimlerden gerektiğinde vazgeçmek de bir özgürlük olarak algılanmalıdır. Kimi zaman yapılan seçimler vadesini doldurmuş olabilir, o an’ın koşullarına uygun olmayabilir. Yerinde bir seçim kadar bırakabilmek de kişinin hem bedensel hem ruhsal sağlığına olumlu katkılarda bulunur.
Yetersizlik duygusuna dayanamamak ve başkalarının hep sizden daha iyi kararlar verdiğini ve sizden daha “ileride” olduklarını düşünmek, seçenekleri azaltma yönünde ciddi engeller oluşturmaktadır. Birçok insan seçimleriyle yetinen kişilere gıptayla bakmaktadır. Toplumun gözü sürekli birçok şeyi başarmış olan ünlü sporcular ya da sanatçıların üzerindedir.
Bu noktada, vurgulanması gereken önemli bir nokta, kişinin seçim yapma psikolojisi üzerine çalışmalar yapan uzmanların “tüketim psikolojisi” üzerine çalışıyor olmalarıdır. “Seçenek paradoksu” kavramını ortaya atan ve bu konuda birçok araştırma yapmış olan Schwartz (en.wikipedia.org/ The paradox of choice), seçenek sayısının artmasının kişinin kaygı düzeyinin artmasına, kararsızlık yaşamasına, zaman zaman donup kalmasına ve tatminsizlik yaşamasına neden olduğunu belirtmektedir. Kişi bir seçim yaparken, o etkinliğin ya da ürünün tüm yararlarına ve eksikliklerine odaklanır, karşılaştırmalar yapar, üstelik bu seçimleri belli bir süre içinde yapmak zorunda olmak işleri daha da zorlaştırır. Seçenek sayısı arttıkça kişinin göz önünde bulundurması gereken parametrelerin sayısı artar ve kişi bir noktadan sonra zihinsel olarak yorulmaya başlar. Zaman baskısı altında verilmesi gereken kararlar, yapılması gereken seçimler arttıkça kişi daha da gerginleşir; tam olarak neyin önemli olduğuna odaklanamadan bir diğer konuya geçmesi gerekir. Bu da kişinin iradesinin zayıflamasına yol açar. Zaman da seçim yapma sürecinde çok ciddi bir baskı unsuruna dönüşür. “Şu tarihe kadar karar vermem lazım, yoksa bu fırsatı kaçıracağım! Bu teklif ancak kısıtlı bir süre için geçerli!” Bir konuda karar kıldıktan sonra, ilk akla gelen soru ise “Doğru olanı mı seçtim? Acaba diğerini seçsem daha mı iyi mi olurdu?” olur. Sıklıkla karşılaşılan bir diğer durum da kişinin seçenekler karşısında donup kalması ve hiçbir şeye karar verememesidir (Clinehens, 2019). Çocukları için sürekli seçimler yapmaya çalışan anne-babaları düşünelim. Spor, ama hangisi? Sanat, ama hangi dalı? Hangi okul? Hangi besinler? Nasıl bir sosyalleşme? Seçenekler çoğaldıkça, bu seçeneklere zaman yaratmak ve birçok şeyden de vazgeçmek gerekmektedir. Ancak, bu durumda olan insanların çoğunun bir seçim yapmama seçeneğini kullanmak yerine, bir seçim yapıp daha sonra da sürekli şikayet ettikleri saptanmıştır (Schwartz, en.wikipedia.org).
Belirli bir zaman dilimine birçok işi sığdırmak gerektiğinde öncelikler ne olacak, hangi işe ne kadar zaman ayrılacak? Sıralamaya nasıl karar verilecek? “Bir tane yirmi metrelik kuyu mu beş tane dört metrelik kuyu mu, yirmi tane bir metrelik kuyu mu?” sorusu çoğu zaman aklımıza bile gelmez. Belki, yeri kazıp duruyoruz, ama nereyi ne kadar kazıyoruz kendimiz de bilmiyoruz. Çok iyi bir aşçı olmak mı, biraz yemek pişirip biraz gitar çalıp biraz da tenis oynamak mı?
Araştırmalar seçimlerimizi bazı temel gereksinimlere göre yaptığımızı göstermektedir: Hayatta kalmak, sevgi, ait olmak, güç, özgürlük ve eğlence (Ye, 2019). Zaman ve parayı nereye, ne kadar yatırmalı, bu yatırımı yaparken neleri göz önünde bulundurmalı sorusu başlı başına bir gerginlik kaynağına dönüşür. Eğer konu hayatta kalmak değilse o zaman hangi gereksinim daha ağır basacak, belki bir gruba ait olabilmek için bir seçim yapılacak, örneğin çocuğun belli bir okulda eğitim alması gibi, ama bu özgürlüğe ve sevgiye engel olacak. Ya da kişiyi özgür hissettirecek bir seçim onun güçsüz görünmesine neden olacak, örneğin şehir içinde rahat park yeri bulmak için alınan küçük bir araba, o kişinin bütçesinin kısıtlı olması olarak algılanırsa ne olacak? Diğer kişilerin görüşleri ve önerileri de seçim yaparken çok belirleyici olmaktadır. Ait olduğumuz grup haftasonları yemeğe gidiyorsa biz de gitmek istiyoruz, o sene moda olan bir yer varsa biz de tatilde orada bulunmak istiyoruz. Bir şeylerden geri kalmak kişiyi dışlanmış ve güçsüz hissettirebiliyor. Baleye giden çocuk modern dansa gidemeyecek, tenis oynayan çocuk basketbola gidemeyecek, gitar çalan çocuk piyano çalamayacak, resim kursuna giden çocuk seramik kursundan mahrum kalacak, İngilizce dersi alan çocuğun İspanyolca dersi almaya zamanı olmayacak. Ya da biraz uğraşılsa, araya bir şeyler daha sıkıştırılabilir mi?
Çocukların seçim yapma davranışlarına baktığımız zaman neler görüyoruz? Bu konuda birçok araştırma yapmış olan Maimaran (2017, 2019) okulöncesi çocuklara çok fazla seçenek sunmanın çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yarattığını saptamıştır. Seçenek sayısı arttıkça çocuklar ilgilerini bir konuda yoğunlaştırmakta çok zorlanmaktadırlar. Örneğin önüne iki taneden daha fazla sayıda kitap konulduğunda çocuklar bir kitap seçseler bile o kitapla neredeyse hiç ilgilenmemekte, oysa sadece iki kitap arasından seçmek durumunda olan çocuklar seçtikleri kitaba çok daha uzun süre bakabilmektedirler. Çocuklar zihinsel enerjilerinin büyük bir bölümünü seçim yapmaya harcadıklarında daha sonraki aşamaya ayıracak enerjileri kalmamaktadır. Çocukların seçimlerini etkileyen bir diğer nokta da onlara sunulan seçeneklerden birinin kısıtlı olduğunu söylemek, “Ne yazık ki havucumuz bu kadar” gibi. Bir seçeneğin kısıtlı olduğunu bilmek çocukların o seçeneğe yönelmesini sağlamaktadır.
Sağduyu: Seçim yapabilmenin tadını çıkarmak
Seçim yapmanın bir gerginlik aracı olmaktan çıkması, bunun yerine seçim yapabilme özgürlüğünün tadını çıkarabilmek tabii ki olası:
-
Hedefi doğru belirlemek: O seçimi neden yapmak zorundayız? Dışarıda kalma, bir şeyleri kaçırma korkusu mu? Yetersiz görünme kaygısı mı? Bizi ya da çocuğumuzu gerçekten mutlu edeceğine mi inanıyoruz? O seçimi yapmazsak hayatta kalmamız tehdit altına mı girecek? Özel bir insan mı olmak istiyoruz?
-
Seçim yapmama seçeneği: Seçim yapmamak da bir seçenek. Hangi filmi seyredeceğine karar vermek kadar film seyretmemeye karar vermek de bizim için değerli bir seçenek mi yoksa bunu düşünmek bile kaygımızı yükseltiyor mu? Böyle bir durumda seçimlerimizde aslında ne kadar özgür olduğumuza tekrar bir dönüp bakmak gerekebilir.
-
İç sesi yakalamak: Kendimizi her an ait olduğumuz gruba uygun davranmak zorunda hissediyorsak bu kendi iç sesimizi kaybettiğimiz anlamına gelebilir. Kendi değerlerimizi ve önceliklerimizi fark etmek için zaman zaman sosyal bağları en aza indirmeyi düşünebiliriz. Kendimizi tanımlamak, sosyal sınırlarımızı çizmek bizi çoğu zaman daha güvende hissettirecektir.
-
Kişinin kendine kurallar koyması: Seçim yaparken kişiyi rahatlatacak en önemli unsurlardan birisi de kişinin kendisine kurallar koyabilmesi ve bu kuralların ötesini seçenekler listesinden silebilmesidir. Bu kurallar konusunda kendini rahat hissetmek ve kendini sorgulamamak şüphesiz ki ciddi bir iradeyi gerektirir.
-
Seçilmeyenin kaybettirdikleri yerine seçilenin kazandırdıklarına odaklanmak: Schwartz, kişinin seçimleriyle mutsuz olduğu zamanlarda, o seçimin neler kazandırdığı yerine seçilmeyenin neler kaybettirdiğine odaklandığını belirtmektedir. Bu nedenle, gerçekten vazgeçebilmek, seçimin kişinin sınırlılığına dair bir gösterge olduğunu kabul etmek önem kazanmaktadır.
-
Bırakabilmek/Vazgeçebilmek: Her ne kadar bir seçim yaptıktan sonra kişi kendini onun en doğru seçim olduğuna inandırmaya da çalışsa da kimi zaman seçimlerin uygun olmadığını ya da zaman aşımına uğradıklarını kabul etmek gerekir. O karar verme anı şüphesiz çok sancılı olabilir, ancak böyle bir kararı verebilmenin getirdiği rahatlık ve özgürlük duygusu ve daha sonra açılan alana neler konabileceğine odaklanmak kişinin kendisini bedensel ve duygusal anlamda bütün olarak hissetmesi açısından çok önemlidir
-
Anne-baba olarak
-
Hedefleri doğru sınırlar içinde tanımlamak: Çocuğunuzun örneğin tenis oynamasını istediğinizde amacınız çocuğunuzun spor yapması mı yoksa teniste kendisini geliştirmesi mi? Hedefi doğru tanımlamak kimi zaman seçimlerinizi gözden geçirmenizi ve daha uygun seçimlere yönelmenizi sağlayabilir.
-
Çocuklara sınırlı sayıda seçenek sunmak: Çocukların odaları oyuncakla dolu olduğunda ya da bir akşam yemeğinde birçok seçenekle karşılaştıklarında kafalarının karıştığını biliyoruz. Bu nedenle, çocuklara, yaşlarına göre iki veya üç seçenek sunmak ve bunun dışına çıkmamaya özen göstermek, çocuklar açısından çok rahatlatıcı olacaktır; bu şekilde, enerjilerinin büyük bölümünü seçim yapmaya değil seçtikleri alana odaklanmaya harcayabileceklerdir.
-
Tutarlı olmak: Çocuklara bir gün “Bu gece fasulye var ve onu yiyeceksin” deyip ertesi gün “Yemekte ne istersin?” şeklinde bir yaklaşım onların kafasını karıştırabilir. Bu nedenle, öncelikle bir konu onlar içşin bir seçenek mi değil mi ona karar vermekte yarar vardır.
-
Bir düzen oluşturmak: Çocukların mutlaka seçim yapabilecekleri alanlar ve zamanlar olmalı, örneğin “Cuma akşamları çılgınlık gecemiz, ne yemek istersin? Hangi filmi seyredelim?” gibi bir yaklaşım hem düzen hem istisna oluşturur, ancak onların hayatına da bir düzen getirir.
-
Zaman zaman sizleri seçim yaparken izlemesi: Anne-babalar da her konuda hazır çözümlere sahip değiller. Dolayısıyla, örneğin evde buzdolabı bozulduğunda bir sonraki adıma geçerken ne düşündüğünüzü, nasıl düşündüğünüzü görmek, karar verme aşamalarınıza şahit olmak çocuğunuz açısından çok yararlı bir örnek oluşturacaktır.