Uzun bir süreden beri evlerimizden çıkmamamız öneriliyor. Önceleri yadırgadığımız bu durumu bir süre sonra bir fırsat olarak görmeye başladık. Çocuklarla daha fazla zaman geçirmek, onlarla daha çok etkinlik yapabilmek, aile bağlarını güçlendirmek, yolda kaybettiğimiz zamanları uzun zamandır yapmak istediğimiz etkinliklere ayırmak, içimize dönmek, sevdiklerimizi aramak ve daha birçok şey.
Ancak zaman geçtikçe, bu süreç tam da hayal ettiğimiz gibi gitmemeye başladı, başlarda çok eğlenceli ve çok tatmin edici gelen birçok uğraş yavaş yavaş sıkıntı vermeye başladı, bir çoğumuz eski hayatlarımızı özler olduk.
Son birkaç haftadır yaşamak zorunda olduğumuz hayat ile daha önceki hayatımız arasındaki en belirgin farklar nelerdir? Bu farkı kısaca “iç” ve “dış” ayırımının zayıflaması ve “ara alanların” yok olması olarak özetleyebiliriz. Bu kavramları daha iyi anlamak için Winnicott’un “geçiş nesnesi” ve “geçiş alanı/ara alan” kavramlarına bakmak yerinde olacaktır. Winnicott bebeğin bir iç gerçekliği olduğunda bahseder, bu iç dünya mucizelerle, yaratımlarla ve tümgüçlülükle doludur; bebek bir şey hayal eder ve o hayali gerçeğe dönüşür, örneğin karnı acıktığında doyurulmak ister ve bir anda karnı doyar. Ancak bir de dışarıda “ben-değil /not-me” bir dünya bulunmaktadır. Çocuk bu dünyanın içine bir anda dahil olamaz, bu nedenle de bir geçiş alanı yaratır. 4-12.aylar arasında oluşmaya başlayan bu alan, iç gerçeklikle dış dünya arasında bir köprüdür. Çocuk bu ara alanda genellikle bir nesneden destek alır, bu onun yanından ayıramadığı oyuncak ayısı ya da elinden düşürmediği bezi olabilir. Bu nesne hem “ben”i hem de “ben-değil”i temsil etmektedir. Çocuğun yaşı ilerledikçe ara alanın işi “oyun” olmaya başlar. Çocuk birçok meselesini oyun üzerinden işler ve içselleştirir. Ancak iç ve dış gerçeklik arasında yerini bulmuş olan bu alan aslında hiçbir zaman tam olarak kaybolmaz, yetişkinlikte de biçim değiştirerek devam eder. Sanat, felsefe, mitoloji, matematik, din, buluşlar, bu üçüncü gerçeklikte, hayal ile gerçek, iç ile dış arasında ortaya çıkar. Hiç kimse sürekli bu alanda kalamaz, ancak birçok deneyim kökünü bu alandan alır. Bu ara alan sayesinde, hemen bir somut gerçekliğe tutunmak yerinde otantik duygulanımımızda, örneğin depresif duygulanımda, kalabiliriz.
İç ve dış ayırımı ve ara alanlar yaşamlarımız içinde, pek de farkında olmadığımız birçok katmanda yer almaktadır:
-
Evin içi ve evin dışı: Pandemiden önce, her sabah, anne ve/veya babalar işe giderken, çocuklar ya evde kalıyor ya da okullarına gidiyorlardı; aile bireylerinin çoğu için gün farklı fiziksel mekanlarda geçiyordu. Bu farklı mekanlarda farklı yaşantılar birikiyor, aile dışı bireylerle paylaşımlar yaşanıyordu; bu ev-dışı mekanlarda, aile bireyi olmayan kişilerle birçok konu konuşuluyor, bu konuların çoğundan aile bireylerinin haberi olmuyordu. Bunlar kişinin iç dünyasında duygusal izdüşümler oluşturuyor ve kişi bu izdüşümlerle birlikte eve geliyordu. Aynı olgu çocuklar için de geçerliydi. Onlar da gün içinde anne-babalarının dahil olmadığı bir süreç yaşıyorlar ve kendi iç dünyalarını arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle oluşturdukları süreçler ile geliştiriyorlardı. Bu süreçte, evden çıkmak ve eve geri dönmek bir “ara alan” oluşturmaktaydı. Genellikle yolda geçen bu süre, kişiye belli bir zihin yapısından farklı bir zihin yapısına geçmesi için olanak sağlıyordu.
Şu anda birçok aile bireyi, fiziksel olarak yaşanan ayrılıkların ve ara alanların getirdiği “kolaylıklar” dan ve dışavurum olanaklarından mahrum kalmıştır; yolda gelirken günü tekrar gözden geçirme, bir arkadaşla sohbet etme, sevdiği müziği dinleme, işi ya da okulu geride bırakıp ev ortamına kendini hazırlama gibi fiziksel mekanların ayrı olmasının getirdiği bazı ara alanlar şu an hayatımızda bulunmamaktadır. Ayrı işyerlerinde çalışan yetişkinler (ev hanımları ve ev beyleri de dahil olmak üzere) olarak aynı alanı kullanmak zorundadır; çocuklar da anne-babalarıyla aynı ortamdadırlar.
-
Kişinin içi ve dışı: Her bireyin kendine özgü bir iç dünyası vardır; bu iç dünyanın ne kadarını paylaşmak istediğine ise kendisi karar verir. Kişinin kendine has bu dünyanın içinde onun sırları, hayalleri, tasarımları, keyifleri, öfkeleri, korkuları, değişik konularda düşünceleri yer alır. İç dünyanın oluşması için başkalarından ayrımlaşmak ve kendi kendine kalmak gerekir. Her an başkalarıyla birlikte olunduğunda, kişinin kendisi ile diğerleri arasındaki sınırlar ya daha geçirgen ya da daha sıkı olmaya başlar. Kişi ya kendi dünyasını iyice derinlere saklar ve kendisi de iç’inden kopmaya başlar ya da artık iç dünyasının arzu ettiğinin ötesinde başkalarıyla paylaşır. İnsanın bir iç dünyasının olması, onun duygusal anlamada sağlıklı yapılanması açısından çok önemlidir. Günlük deneyimler, seyredilen bir film, okunan bir kitap hakkında düşünmek, bir sözün kendisini neden o kadar etkilediğini fark etmek, kişiyi bütün halinde tutar, kendisiyle ilgili farkındalığı yüksek kalır. İç dünyası yeterince zengin olmayan kişiler, başkalarına daha bağımlıdırlar, birilerinin onlara sunduğu somut şeylere tutunmak zorundadırlar.
Pandemi günlerinin getirdiği bir diğer zorluk da kişinin kendi iç dünyası ile dış dünya arasındaki alanı korumada zorluk çekmesidir. Yalnız başına bir kitap okuyarak, spor yaparak, araba kullanarak, müzik dinleyerek, yürüyüş yaparak ya da bir duvara bakarak geçirilen zaman dilimleri neredeyse yok olmuştur ve dış gerçeklik kişiyi ele geçirmeye başlamıştır.
-
Aile sistemi içindeki birimlerin içi ve dışı: Aile sistemi birçok altbirimden oluşur. Karı-koca, kardeşler, anne-çocuk, baba-çocuk. Her aile sisteminde, bu altbirimlerin kendi içinde belli dinamikleri bulunmaktadır. Karı-koca sistemi, evin yetişkinlerine özeldir ve bu sistemin içine çocukların girmemesi beklenir, çocuklar olmadan içilen bir fincan kahve, yürütülen bir sohbet, gidilen bir sinema veya arkadaş buluşması, bu birimin sağlıklı işlemesini sağlar. Aynı şekilde kardeşlerin, anne-babanın dahil olmadığı etkinlikleri de kardeş biriminin güçlenmesini sağlar; kardeşler kendi aralarında oyun oynar, kavga eder, birlikte bir çizgi film izlemeye karar verirler. Anne ve baba ile çocuk arasında oluşmuş olan birimin de kendi dinamikleri bulunur, anne ve çocuk yap-boz yapmaktan ya da evcilik oynamaktan hoşlanır, baba ve çocuk ise güreşmekten ve basket oynamaktan. Çalışan birçok anne-baba, çocuğuna ayırdığı zamanı “kaliteli zaman” olarak tanımlamaktadır; bu zaman sınırları belirlenmiş bir zamandır ve burada tek amaç çocuğu mutlu etmektir.
COVID19 pandemisinin getirdiği olgulardan bir tanesi de aile sistemi içindeki altbirimler arasındaki sınırların erimesidir. Anne-baba ve çocuklar sürekli bir arada oldukları için, zaman kullanımı ve hiyerarşi ile gelen sınırları tanımlamak giderek zorlaşmaktadır. Kim kiminle ne kadar zaman geçirecek, kim kiminle ne paylaşacak sorularının net yanıtları kalmamıştır.
-
Aile ve dış dünyanın içi ve dışı: Her ailenin kendi dinamikleri, değerleri, kültürü, kısacası kendi gerçekliği vardır. Yeni bir karar alınması ya da bir tavır belirlenmesi gerektiğinde, bir aile bireyinin hayatı değiştiğinde, aile bir bütün olarak davranabilir.
Bu dönemde, bir aileyi çevreleyen sosyal ilişkiler, geniş aile, okul ya da spor klübü gibi kurumlarla ilişkiler askıya alınmış durumdadır. Ailenin dışındaki tüm bu ortamların aileye sunduğu uyaranlar, ailenin her an dinamik ve etkin kalmasını sağlarken bu uyaranların yokluğu ailenin daha edilgen ve kendine içine dönük bir birime dönüşmesine de yol açabilir.
Tüm bunların sonucunda “iç-dış” ve “ara alan”ların, bireylerin, aile içindeki ikili grupların ve tüm ailenin sağlıklı yapılanması için ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç bizleri umutsuzluğa düşürmemeli. Önemli olan bu kavramların farkında olmaktır. Şu an çözümlenmesi gereken konu, bu kavramları evimizin ve ailemizin gerçeklerine nasıl uygulayacağımızdır. Tüm gün aynı evde olmak, her an etkileşimde bulunmak gerektiği anlamına gelmez. Her evin bulacağı çözümler mutlaka ayrı olacaktır, ancak şu noktaları göz önünde bulundurmak yararlı olabilir:
-
Günü, birlikte ve ayrı geçirilecek zamanlara bölmek. Ailenin toplu rutinlerini ve her bireyin ayrı rutinlerini oluşturmak ve yetişkinleri bu rutinlerin yerine getirilmesinden sorumlu kılmak.
-
Ailece geçirilecek zamanlarda neler yapılacağı konusunda her aile bireyinin önceden fikir üretmesi.
-
Çocukla geçirilecek kesintisiz oyun zamanına mutlaka zaman ayrılması, bu zamanın bir başının ve sonunun olması. Her aile üyesinin, diğerinin yalnız geçireceği zaman diliminden haberdar olması ve buna saygı göstermesi.
-
Değişik işler için evin değişik yerlerini kullanmak, örneğin yemek için masaya geçmek, kitabı yatak odasında okumak gibi.
-
Tüm aile bireylerinin gerektiğinde kendilerine ait olacak alanların olması. Bu alanlar, bir yemek masası ya da yastıklarla oluşturulan bir alan olabilir.
-
Düşünmeye zaman ayırmak. Bu sessizce oturup düşünmek olabileceği gibi, her gün akla gelen ilk üç kelimeyi/cümleyi yazmak da olabilir.
-
İç ve dış dünya arasına mesafe koymak. Bu her günün aile bireyleri tarafından fotoğraflanması, o güne dair bir resim yapılması, bu süreçle ilgili bir anı defteri oluşturulması, beden haritalarında kayıt tutulması ve daha birçok şekilde olabilir.
-
Aile dışındaki kişilerle iletişim kurmak ve daha sonra bu paylaşımlar hakkında aile içinde konuşmak.
Geçiş alanları hayatı zenginleştiren tüm ögeleri içinde barındırır, bu alanlara yağmur, güneş, temiz hava ve tohum sunmayı unutmayalım.