80. Yaşında Dalai Lama’nın çeşitli konuşmalarında kendisine yöneltilen sorulara verdiği yanıtlardan bir derleme…
“Daha büyük evlerimiz, ancak daha küçük ailelerimiz var;
daha fazla kolaylıklarımız, ancak daha az zamanımız.
Daha fazla diplomamız, ancak daha kısıtlı bir anlayışımız var;
daha fazla bilgimiz, ancak daha az değerlendirme becerimiz;
daha gelişmiş bir tıbbımız, ancak daha bozuk bir sağlığımız.
Ay’a kadar tüm yolu gittik ve geri geldik,
Ancak karşıdan karşıya geçip yeni taşınan komşumuza
“Merhaba” demek bize zor geliyor.
Daha iyi bilgisayarlar ürettik;
giderek daha çok bilgiyi depolayabiliyorlar,
ancak biz giderek daha az iletişim kuruyoruz.
Miktar olarak her şeyi hep arttırdık,
Ancak kalitede bu artışı sağlayamadık.
Hızlı yemek yenen, ancak yavaş sindirilen bir dönem;
Büyük insanların zayıf karakterli oldukları;
Kapsamlı kazançların, ancak yüzeysel ilişkilerin olduğu.
Çoğu şeyin vitrinde durduğu, ancak odada hiç bir şeyin olmadığı bir dönem.”
Dalai Lama
(C. H. Beck (2015). Kinder Sprechen mit dem Dalai Lama kitabından alınmıştır.)
Dünyamız üzerinde yaşayan insanların %45’i, diğer bir deyişle 3 milyar kişi, 25 yaşın altında, yani dünya çok genç!!!! Dünya üzerinde daha önce hiç bir zaman bu büyüklükte bir genç nüfus olmamıştı. Öte yandan, dünyamız bu genç nüfusa pek de güzellikler sunabilecek durumda değil: İklim değişikliği, nüfusun kontrolsüz artışı, çevre kirliliği, savaşlar, açlık, gelir düzeyindeki dengesizlikler…Kısacası, çocuklara ve gençlere yaşanabilir bir dünya sunmak çok da zahmetsizce ve kolaylıkla mümkün olabilecekmiş gibi gözükmüyor. Üstelik dünyayı yaşanabilir kılmak artık tek tek bireylerin ya da ülkelerin altından kalkabileceği boyutları aşmış durumda; ortak bir çözüm bulmak gerekiyor.
“Dalai Lama”, “Bilgelik Okyanusu ya da Bilgelik Okyanusuna Eşdeğer Öğretmen” anlamına gelir ve bir ünvandır, C. H. Beck de, “Ortak bir bakış açısını nasıl yaratabiliriz?” sorusunun peşinden giderek dünyanın en “yaşlı” (14. Dalai Lama ve enkarnasyon olduğu için!!!) ve bilge kişisi olan Dalai Lama’nın söyleyeceklerinin bu bakış açısına büyük bir katkıda bulunacağına karar veriyor ve Dalai Lama’nın söyleşilerinden önemli noktaları derliyor.
Binyıllardan beri insanların sordukları sorular aynıdır: “Doğru ve yanlış nedir? Haklı ve haksız nedir? İyi ve kötü nedir? Ne yapabiliriz, ne yapamayız? Güzel bir yaşam nasıl olur? Birlikte yaşamak nasıl mümkün olur?” Tahmin edilebileceği gibi bu soruların yanıtları, dönemden döneme, bölgeden bölgeye, kişiden kişiye büyük değişiklikler göstermektedir. “Etik” ya da “Ahlak” kavramı da bu sorulara verilen yanıtlardan ortaya çıkmıştır. 14. Dalai Lama, “Ahlakı, hem kendi hem de diğer insanların iyiliği için özdenetimimizi güçlendirmek için bir araç” olarak tanımlamıştır. 21.yüzyılda “Bu dünya üzerinde, tüm insanları kapsayacak iyi bir yaşam nasıl olur?” sorusu ön plana çıkmaktadır ki, bu sorunun yanıtlarının ne kadar farklı olduğu dünyanın şu anki haline bakınca kolayca anlaşılabilir. O zaman bu birleştirici bakış açısı nasıl oluşacaktır? Temel ögeleri neler olacaktır? Bu sorunun en kısa yanıtlarından biri “Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma”dır.
Budizm, yaklaşık 3000 yıl önce Hindistan’da ortaya çıkmış bir öğretidir; kelime olarak da “anlama/ aydınlanma/ bilme öğretisi” anlamına gelmektedir. Bu anlayış neleri kapsamaktadır? Temelde iki ögeyi: Başkalarına yardım etmek ve başkalarına zarar vermemek. Bu iki anlayış da sevgi ve duygudaşlık yani empati üzerine kurulmuştur.
14. Dalai Lama olan Lhamo Thondrup’un ismi Jamphel Ngawang Lobsang Yeshe Tenzin Gyatso , yani “Yumuşak İhtişam, Bilgelik, Dilin Efendisi, Asil Yürek, Bilgelik Okyanusu” olarak değiştirildiğinde kendisi henüz henüz beş yaşında bile değildi. 14. Dalai Lama, 13 yaşındaki iken Avusturya’lı dağcı Heinrich Harrer ile tanıştı ve bu sayede yabancı dillerin ve kültürlerin varlığından haberdar oldu. Harrer’in çektiği filmlerle değişik zamanlarda yapılan etkinlikleri izleme olanağı buldu. 1959’da, henüz 14 yaşında iken, ülkesini Çin’e ait kuvvetlerin işgal etmesi sonucu ülkesini terk etmek zorunda kalan Dalai Lama, o günden sonra bir daha hiç bir zaman doğduğu topraklara geri dönemedi; Hindistan’da Dharamsala bölgesinde yaşamaya başladı. Şu anda bu bölgede 5000’den fazla Tibet’li yaşamaktadır.
Dünya üzerinde yaşamakta olan yedi milyardan fazla insan ve hatta tüm hayvanların tek bir amacı vardır: “Mutlu olmak”. Hiç bir canlı kendisini mutluluğa götürecek yolda engellenmek istemez. Ancak, mutlu olmak için sadece beyni kullanarak planlar yapmak ve kalbi bu planların dışında bırakmak her zaman felaketlere yol açmıştır. Görüş ayrılıkları elbetteki olacaktır; bu son derece doğaldır. Ancak şiddet ve savaş kabul edilemez. İnsanlık bazı temel değerler etrafında birleşmeden de “mutlu” olmak olanaksız gözükmektedir. Bu ortak değerlerin gelişmesi için kişinin kendi iradesini güçlendirmesi ve verdiği kararların uzun vadeli sonuçlarını görebilmesi önemlidir.
Kısacası, “Duygudaşlığı bir moda haline getirmenin yollarını bulmak gerekir.”
İnsan değerlerini ve daha mutlu bir yaşamı nasıl oluşturur?
“İyi bir kalple”. İyi kalpli insanlar kendilerini hem bedensel hem ruhsal olarak daha iyi hissederler. İyi bir kalbe ulaşmanın ve dolayısıyla mutluluğa ulaşmanın temelinde nasıl bir öğreti yatmaktadır? Bu öğretide dört temel “gerçeklik”/ ilke bulunur:
• Mutluluk geçicidir ve keder yaşamın bir parçasıdır.
• Keder, acı, kişinin sahip olduğundan fazla ya da farklı bir şey istemesiyle ortaya çıkar.
• Keder ve acı, kişiler bu hırsı aşabildiklerinde biter.
• Mutluluğa giden yol sekiz aşamalı yol ile gerçekleşir: “Doğru” bakış açısı, niyetler, konuşma, davranış, yaşam biçimi, kendini zorlama, özen ve meditasyon.
İnsanlar, hayvanlar, bitkiler, cansız varlıklar bir bütün oluştururlar; hiç bir varlık bir diğerinden soyutlanmış ya da bağımsız bir şekilde var olamaz. Bu nedenle de, her varlık, kendi düşünce ve davranışlarıyla bütün üzerinde bir etki bırakır. Dünya üzerindeki tüm varlıklara, bir annenin evladına gösterdiği şefkatle bakmak, o şekilde ilgilenmek gerekir. Diğer bir deyişle, dünyamızın geleceğinden her birimiz sorumluyuz. “Gelecek” bir anda “başımıza gelmez”. Her birimiz dünya üzerinde bir ziyarteçiyiz ve bu ziyaret süresini hoyratça geçirmek, kolay bir yol olsa da çok anlamlı değil; çünkü küçük ya da büyük zarar veren herkes aslında bütüne zarar vermiş olur. Bu noktada, kişinin iradesini kullanmasının ve yaptıklarının sonuçlarını görmesinin önemini tekrar vurgulamak yerinde olur. Kişinin değerleri sevecenlik, duygudaşlık, dürüstlük ve irade üzerinden gelişir; eğitim buna sadece katkıda bulunur. Esas görev anne-babalara düşmektedir.
NE YAPMALI? DALAI LAMA NELER ÖNERİYOR?
• Sevecen insanların ruh ve beden sağlığı, genel olarak daha iyidir. Başkalarına sevecenlikle yaklaştığınızda, onlara karşı açık olabilirsiniz ve bu da güvenli bir ilişkinin temelini oluşturur.
• Ancak başkaları tarafından, ama özellikle anne ve babası tarafından gerçekten sevilen kişiler, sevecen ve arkadaş canlısı olabilir. Annesi tarafından kucaklanmış, bakımı yapılmış çocuklar, sevgiyi daha rahat hissederler ve daha özgüvenli olurlar.
• Süreklili mutluluğu kovalamak yerine, umudu korumaya çalışmak daha anlamlıdır. Umudu kaybetmek, başarısızlığı getirir.
• Yakın çevremizde ve dünya üzerinde oluşan tüm olumsuzluklara rağmen, kendimize olan güvenimizi korumak, iyi kalpli olmaya devam etmek, ruhumuzu dingin tutmaya çalışmak, zor da olsa gereklidir. Diğer insanların da iyiliği için çalışmak, tüm varlıklara karşı duyarlı olmak, içimizden geçenlerin farkında olmak bu yolda bize kolaylık sağlar.
• Öfke de bir duygudur, ama pek yarar sağlamaz. Herkes kendini sabırlı olma konusunda eğitebilir.
• Bugünkü eğitim sistemi, gençlere hep somut bilgiler aktarmak üzerine kurulmuştur ve zihinsel gelişimi odak noktası haline getirmiştir. Oysa ki “Yürek/Duygu Eğitimi” de şarttır. İnsan bedenini temiz tutmak için özen gösterir, ancak kalbini temiz tutmak için aynı özeni göstermez. Kıskançlık, öfke ve korkudan arınmak için neler yapıyoruz?
• İçimizdeki değerleri, yüreğimizi ihmal ettiğimiz sürece barış olması olanaksızdır.
• Barıştan ve dinginlikten yana olmak, kişinin kendisine yapılan saldırıları görmezden gelmesi ve kendini savunmaması anlamına gelmez.
• Barış, tüm dünyanın ortak hedefi olmalıdır. Aksi takdirde, herkesin görüş ve istekleri farklı olacağından barış ve huzura kavuşmak zaten olanaksız olur.
• Tüm dünyanın daha mutlu olması için, önce herkesin kendinden başlaması gerekir. Herkes kendini iç mutluluğa götürecek yolların peşinde olmalı, ama bunu tabii ki başkalarının sınırlarını da gözeterek yapmalıdır.
• Savaşsız bir dünya mümkün olmalıdır. Madem insan ruhunun çok yaratıcı olduğuna inanıyoruz, o zaman savaş olmayan bir dünya yaratmak için de bundan yararlanılabilir. Günümüz toplumlarına bakıldığında, çok daha fazla insan “içselleştirilmiş değerler”den bahsediyor; bu da onların iç huzuruna çok daha fazla önem verdiklerini gösteriyor.
• Önce insanız. Daha sonra kendimizi bir din, bir ırk ve bir ülke üzerinden tanımlayabiliriz. Ancak bir çıkar çatışması söz konusu olduğunda, ikincil tanımların bir önemi kalmamalıdır; tüm insanlar önce insan olduğumuzu hatırlamalıdır. Bir çok sorun bu sıralamanın ters yönde işlemesinden ötürü ortaya çıkar. Milliyetçilik son derece de tehlikelidir.
• Çoğumuz “Biz” ve “onlar” gibi bir yanılsama içinde yaşıyoruz. Artık sadece kocaman bir “BİZ” demenin zamanı geldi. Sevgi ve duygudaşlık sadece dinin bizi öğrettiği değerler değildir; bu değerler evrenseldir.
• Dünya üzerinde birden çok din vardır, çünkü tek bir din tüm insanlara uymaz. Her kişinin, ruhunu beslemek için farklı yollara ihtiyacı vardır.
• Dingin bir ruh, kişinin aynı zamanda, nefret, öfke ve korku gibi olumsuz duygulardan da uzak kalıp, bağışıklık sisteminin güçlenmesine katkıda bulunur. Dingin bir ruh, özgüven ve içimizde taşıdığımız güçle oluşur. Bir çok bilim adamı dindar olmak bir yana ateisttir. Dolayısıyla, başka insanlarla ilitişim kurmak, onları sevmek ve onları anlamak için aslında ille de bir dine gerek yoktur. Eğitim sistemimizin sadece entellektüel bilgiler değil, iç değerleri de aktarabilmesi, bir “Dünya ahlakı” zemininin oluşmasıyla mümkündür. Bu ahlak da dinden bağımsız olmalıdır. Öte yandan, bütün dinler, diğer insanlara saygıyla yaklaşmak, sevgi dolu olmak, düzgün bir yaşam sürek bütün dinlerin ortak paydasıdır zaten. Ancak, aileler ve eğitim sistemi çocuklara yeterince duygudaşlık öğretmediği için gençler arasında suçluluk oranı giderek artmaktadır.
• Kişi, kendi mutluluğunun mimarıdır.
Bir çocuk yüreklendirildiğinde,
Kendine güvenmeyi öğrenir.
Bir çocuk övüldüğünde,
Kendine değer vermeyi öğrenir.
Bir çocuk korunduğunda,
güvenmeyi öğrenir.
Bir çocuğu kabul ettiğinizde,
kendini sevmeyi öğrenir.
Bir çocuk dostlukla kucaklandığında,
dünyada sevgi bulmayı öğrenir.
Tibet Deyişi