Özel Beyaz Bireysel Gelişim ve Aile Danışma Merkezi - 0212 231 6112 / 0532 201 4180

     

     

      Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) tarafından ilk kez 1952 yılında yayınlanan DSM (Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı) pek çok farklı ruhsal bozukluğu içinde barındıran ve yıllar içerisinde revize edilen önemli bir kaynak olarak kullanılmaktadır. En güncel haliyle yakın zamanda yayınlanan DSM 5’te, önceki sürümün geliştirilmesi hedeflenerek bazı değişiklikler yapıldı. Bu yapılan değişikliklerden bir tanesine bu yazıda detaylıca değineceğiz. DSM 4’te “Cinsel Kimlik Bozukluğu” olarak tanımlanan durum, DSM 5’te “Cinsiyet Hoşnutsuzluğu” olarak karşımıza çıkmaktadır. Neredeyse 19 yıl boyunca bir “bozukluk/hastalık” olarak tanımlanan bu durumun, artık sadece yarattığı etkilerinin “hoşnutsuzluk/yakınma” olarak tanımlanması şüphesiz ki büyük bir değişimin göstergesidir. Cinsiyet hoşnutsuzluğunu daha iyi anlamak için cinsel kimliğin oluştuğu çocukluk dönemlerine de bakmak son derece önemli. Önce çocuklarda cinsel kimlik nasıl gelişiyor onu anlayalım, ardından cinsel kimlik gelişimi farklılık gösteren çocuklara bakalım.

 

Çocuklarda cinsel kimlik nasıl gelişir?

 

     Yaşamın ilk yılında bebekler insanları cinsiyetlerine göre ayırt etmeye, kişileri ya erkek ya da kadın olarak görmeye başlarlar. 18. ay civarında çocuklar “kız” ya da “erkek” gibi cinsiyetçi kelimeleri anlamaya başlarlar ve bu kelimeleri cinsiyetle eşleşen yüzlerle ilişkilendirirler. 24 aydan itibaren çocuklar cinsiyetle ilgili şablonları (örneğin kadınları ruj ile ilişkilendirmek) bilirler ve üçüncü yaş günlerinden önce neredeyse tüm çocuklar kendilerini ve başkalarını cinsiyetleriyle eşleşen toplumsal cinsiyet sıfatlarına göre sınıflandırmaya başlarlar. 3 yaşına kadar kendi cinselliğinin tam olarak farkında olmayan çocuk, bu yaşla beraber kendi bedenine ve cinsel organlarına karşı belirgin bir ilgi duymaya başlar. Çocuk sadece kendi bedenini incelemek değil, aynı zamanda karşı cinsin bedeninin nasıl farklı olduğunu da incelemeyi kendine görev edinir. Evet, doktorculuk oynamaya “takmış” bir çocuk tam da bu dönemde olduğu için gerekli incelemeleri bu oyunla yapmaya çalışır. Okul öncesi yıllarda, çoğu kız çocuğu prenses elbiselerine veya benzer “cinsiyetçi” elbiselere takıntılı hale gelirken çoğu erkek çocuğu kahraman figürlü veya resmi giysiler giymeyi tercih eder ve pembeden aktif bir şekilde kaçınır. Bu dönemde çocuklar aynı zamanda sıklıkla aynı cinsiyetten olan arkadaşlarıyla birlik kurmak için güçlü tercihler sergilerler, cinsiyetleriyle basmakalıp bir şekilde ilişkilendirilen eylemlerle meşgul olurlar ve cinsiyetlerinin onlar için kalıcı bir özellik olduğunu anladıklarını - kızların bir kadına erkeklerin de bir adama dönüşeceklerine inanarak- gelişen bir şekilde belli ederler.

     Freud’a göre cinsel kimliğin oluşumunda “ödipal dönem” belirleyicidir. Kızlar ve erkekler bu dönemi farklı şekilde geçirirler. Ödipal dönemde; kızlar anneleri gibi olmak ve anneleriyle özdeşleşmek isterler. Bir yandan da babaya hayranlık duyar ve annenin yerine geçip babayla beraber olmak ister. Kız çocuğu için, hem anneye benzemeye çalışmak hem de annenin sevgisini kaybetmeden babayı kazanmak için rekabet etmek zorlu bir mücadeleyi gerektirir ve bu mücadele “Elektra Kompleksi” adı verilen dönemi oluşturur. Erkekler ise bu dönemde babaları gibi olmak ve babalarıyla özdeşleşmek isterler. Ancak durum erkek çocukları için kızlardan daha karmaşıktır. Kızlar tüm bu süreçleri birincil bakım vereninden ayrılmadan geçirirken, erkek çocukları anneden koparak bu dönemi yaşar. Çünkü erkek olmak zorundadır. Anneden kopmak zorunda olan erkek çocuğu için, hem babaya benzemeye çalışmak hem de anneyi arzuladığı için babanın onu cezalandırmasından korkarak rekabet etmek zorlu bir mücadele gerektirir ve bu mücadele “Oedipus Kompleksi” adı verilen dönemi oluşturur. Kadın ve erkeğin bedenini birbirinden ayrıştırmaya başlayan çocuk annenin penisinin olmadığını fark eder. Annenin penisinin kesilmiş olabileceği ihtimali bilinç dışı olarak çocukta belirir ve kendisinden büyük babasının, onu annesini arzuladığı için zedeleyebileceğini ve hatta penisini kesebileceğini düşünür. Bu evrensel ve (bilinçdışı) iğdiş edilme korkusunun temellerini atan korkudur. Kız çocuklarının penisini kaybetmiş olduğunu düşünen erkek çocuklarının aksine kız çocuklar büyüdüklerinde penisleri olacağını hayal ederler. Hem kız hem de erkek çocukları için, anne ve babanın ilişkisi araya girilmesi gereken ancak beraberinde pek çok kaygı getiren bir ilişkidir. Anne ve babalar “kendileriyle evlenme hayali kuran” kız ve erkek çocuklarının bu duygularını ne aşırı bir şekilde desteklemeli ne de sert cezalarla utandırmalıdır. Özdeşim modelinin cinsel kimliğin oluşumundaki önemini vurgulayan kişilere göre, eğer çocukların özdeşim yapabilecekleri bir model yoksa ya da model uygun değilse, yani anne veya baba çocukla ilişki kurmuyor, uzak duruyorsa çocuk karşı cinsle özdeşim kurabilir.

     Eğer erkek çocuğu babayla iyi bir ilişki kuramamışsa, baba aşırı sert ve uzaksa bu korkular artar ve çocuk özdeşimini sağlıklı bir şekilde gerçekleştiremez. Ama babayla ilişkiler sağlıklı olursa, bu korkuyu yener ve "baba gibi" olmaya çalışarak sağlıklı bir şekilde özdeşimini ve cinsel kimliğini tamamlar. Aynı şekilde eğer kız çocuğu anneyle sağlıklı bir ilişki kurarsa beklentisi sona erer ve cinsel gelişimi sağlıklı olur.

     Kız çocuğu ödipal evreyi başarılı bir şekilde atlatırsa, onun için karşı cinse ait bir birey olan baba merak uyandıran ve keşfetmesi gereken bir figür haline geldiğinden, arzu nesnesi bir erkeğe doğru heteroseksüel yönde tamamlanır. Annenin (kadın figürü) uzaklığı ile büyüyen kız çocuğu, sağlıklı bir özdeşim gerçekleştiremediği için ergenlik dönemindeki merakı her iki yöne (biseksüel) ya da kadınlara (homoseksüel/lezbiyen) yönelik olabilir. Erkek çocuğu ödipal evreyi başarılı bir şekilde atlatırsa, onun için anne bilinmeyendir ve arzu nesnesi bir kadına doğru heteroseksüel yönde tamamlanır. Ancak etrafında çok fazla kadın rol modelle (örn. anne, teyzeler, halalar, ablalar) ve erkek rol modelin eksikliği ile büyümüşse; kadına dair tüm merakı giderek artar. Bu dönemde kadınsı ilgileri etraftaki kadınlar tarafından hoş görülen çocuk, ergenlikte gelişen hormonların ve merak duygusunun etkisiyle arzuları onun için bilinmeyen olan erkeğe yönelebilir.

 

Çocuklarda farklı cinsel gelişim: çocuklar cinsiyetinden nasıl hoşnut olmaz?

 

     Bir çocuk spesifik olarak belirli bir genitalya ile doğmasına rağmen kendini karşıt cinsiyetle özdeşleştirebilir ve zaman zaman cinsiyet kimlikleri arasında gidip gelebilir. Böyle çocuklar genellikle karşı cinsiyetle ilişkilendirilen oyuncak ve kıyafetleri basitçe tercih eden diğer çocuklardan farklı bir gidişat izliyorlar. Çocuklardaki cinsiyet hoşnutsuzluğunu anlamak için bazı spesifik tutum ve davranışlara bakmak gerekir.

  • Kimliğini ortaya koyuşu: (Çocuğun karşı cinse ait olmak istemesi veya karşı cinsin bir üyesi olduğuna inanması)

Erkek çocuğunun kız olmak istediğini söylemesi, kendisinin kız olduğuna inanması ve ilerde baba olmak yerine anne olmak istediğini belirtmesi.

  • Anatomik hoşnutsuzluk: (Çocuğun cinsel anatomisinden memnuniyetsizliğini dile getirmesi veya davranışlarla göstermesi)

Erkek çocuğunun penisini sevmemesi, kız çocuğunun da vajinasını sevmeyip penise sahip olmak istemesi.

Erkek çocuğunun vajinası varmış gibi tuvaletini oturarak yapması, kız çocuğunun da penisi varmış gibi ayakta çişini yapması

  • Karşı cinse ait kıyafetler giyme: (Çocuğun karşı cinse ait kıyafetler giymesi tercih etmesi

Erkek çocuğunun annesinin elbiselerini, topuklu ayakkabılarını, takılarını ve makyaj malzemelerini kullanmak istemesi)

Kız çocuğunun elbise, etek gibi kıyafetler yerine pantolon gibi erkeksi kıyafetleri tercih etmesi, saçlarının kısa olmasını istemesi

  • Oyuncaklar ve rol tercihleri: (Çocuğun karşı cinsle özdeşleştirilen oyuncaklarla oynaması ve karşı cinse ait rollere girmek istemesi)

Erkek çocuğunun Barbie gibi kız bebeklerle oynamak istemesi, kız rolüne girmesi, kız süper kahramanlara özenmesi

Kız çocuğunun erkek bebeklerle oynamak istemesi, erkek transformerslara ilgi duyması, erkek rolüne girmesi, erkek süper kahramanlara özenmesi

  • Akran İlişkileri: (Çocuğun karşı cinsten yaşıtlarıyla oynamayı tercih etmesi)

  • Kişisel Tarz: (Çocuğun karşı cinsle ilişkilendirilen motor hareketleri ve özellikleri sergilemesi -doğal olarak da olabilir abartılı bir şekilde de olabilir.)

Erkek çocuklarının el hareketleri, kalça kontrolü ve yüksek sesle konuşmaları

  • Sert Fiziksel Oyunlar: (Her zaman fiziksel olarak yaralanma kaygısının mevcut olması)

Erkek çocuklarının itişip kakışmalı, güreş oyunlarına veya hokey, futbol gibi grup sporlarına katılmaktan nefret etmesi

Kız çocuklarının itişip kakışmalı oyunlara ve özellikle erkeklerle birlikte grup sporlarına katılmaya çok fazla ilgisinin olması

 

FİLM ÖNERİSİ: buraya kadar edindiğiniz tüm bilgileri görsel olarak canlandırmak için Ma Vie En Rose (1997) adlı filmi izlemeniz önerilir.

 

Cinsiyet hoşnutsuzluğu nedir?

 

     Kişi cinsel olarak hangi cinsiyete karşı uyarılma hissediyorsa, o cinsiyete karşı bir cinsel yönelim (heteroseksüel, homoseksüel ya da biseksüel yönelim) gerçekleştirir. Cinsel yönelim, cinsel kimliğin oluşmasında belirleyicidir. Eğer bir kişi, cinsel kimliği ile biyolojik cinsiyeti arasında çatışma yaşıyorsa cinsiyetinden hoşnut olmama durumu ortaya çıkmaktadır. Genellikle bu duruma “transseksüelite” adı verilir. Bu kişiler kendi cinsiyetinden rahatsız olmakla kalmayıp aynı zamanda karşı cinsiyete ait olma arzusu da hissetmektedir. Yani bu kişiler karşı cinsle güçlü bir özdeşim kurar, sahip olduğu cinsiyeti reddederek özdeşim kurduğu diğer cinsiyetin birincil (erkeklerde penis, kızlarda over vb) ve ikincil (tüylenme, ses kalınlaşması, kalça ve memenin oluşumu vb) özelliklerini benimsemeye başlar.

     Homoseksüelite ve transseksüelitenin birbirine karıştırılmasına sıkça rastlarız. Bu iki kavramın farklılıklarına değinmekte fayda var. Homoseksüel (eşcinsel) olarak tanımlanan kişiler kendi cinsiyetinden birine cinsel ya da duygusal ilgi duyar. Yani cinsel yönelimleri kendi cinslerinden olan kişilere doğrudur. Transseksüelite ise cinsel yönelimle ilgili bir durumdan ziyade cinsel kimlikle ilgilidir ve bu kişiler kendilerinin yanlış bedende doğduklarına inanırlar.

     XY kromozomlarıyla doğanlar erkek, XX kromozomlarıyla doğanlar kadın olarak bilinir. Sayıca az olan bir grup için ise bu sınıflandırma mümkün değildir. Bu azınlığın üyeleri (% 0.05’i Belçikalı ve % 1.2’si Yeni Zelandalı olmak üzere) yumurtalık ve testislerin ne anlama geldiğini bilemeyecek kadar küçük yaşlarda bile; yumurtalıklara sahip olmalarına rağmen kendilerini erkek olarak tanımlıyor veya testislere sahipler ama kendilerini kadın olarak tanımlıyorlar. Çocuk ve ergenlerde görülen transseksüelitenin gittikçe artmakta olduğunu bilmekteyiz.  Britanya Cinsiyet Kimliği Gelişim Servisi’ne yapılan başvuru sayısı son 7 yılda 94’ten 1986’e yükseldi. Aynı durum Amerika’da da geçerli. Ülkede ilk kez 2007 yılında Bostan’da açılan çocuk ve ergenlere yönelik hizmet veren cinsiyet kimliği kliniğine ek olarak 2015 yılında Kuzey Amerika’da 50 benzer klinik daha açıldı. Bu kliniğe gelen hastalar bedenleri cinsiyetlerine uymadığı için değişime uğrayan ilk çocuk ve ergen jenerasyonunu oluşturdu. Gereken klinik araştırmalar etik nedenlerden dolayı yeterli bir şekilde yapılamıyor. Fakat cinsiyet hoşnutsuzluğu yaşayan çocuk ve ergenler, klinisyenlerin gerekli araştırmaları yapıp en uygun sonuçlara ulaşmaları için gereken yılları bekleyemeyeceklerini söylüyorlar. Birçoğu, sadece sürecin uzamasının geri alınması zor istenmeyen fiziksel değişimlere neden olabileceğinden değil aynı zamanda kişinin vücudunun yanlış bir şekilde serpildiğini görmek acı olabileceğinden dolayı da ergenliğin ilk aşamalarında dönüşmeye başlamak istiyor. 2014 yılının Aralık ayında, Ohio’da, Leelah Alcorn ismindeki 17 yaşında transseksüel bir kız, karayolu üzerinde ilerleyen arabanın önüne kendini atmış ve yazdığı intihar notunda Hristiyan ailesinin dönüşüm yaşamasına izin vermediğini açıklamıştı.

 

*Cinsiyet hoşnutsuzluğu yaşayan ve bedenini ait olmak istediği cinsiyete dönüştürmeye karar veren Max’ın hikâyesini ilginç bulabilirsiniz.

 

     Max çocukken herkes ona daha fazla “kız gibi” davranması gerektiğini söylüyor ve Max bu duruma karşı çıkıyordu. 1.sınıftayken, kızlar tuvaletinin kapısında fiyonk resimleri varken erkekler tuvaletinin kapısında futbol topu resimleri var diye okuldan eve somurtarak dönüyordu. Öğretmeninin ona istediği kapıdan girme özgürlüğünü vermemesine çok bozulmuştu. Futbol oynadığı için o resmin olduğu kapıdan girmek istiyordu. 3.sınıfa geldiğinde annesi “sonunda” ona bir çift erkek ayakkabısı almıştı. Onları o kadar çok giyiyordu ki bir gün ayakkabının plastiği erimeye ve ayağını kesmeye başlamıştı. Max ayakkabısının ömrünün bittiğini ailesine söyleyememiş çünkü ona yeni bir tane daha almayacaklarını düşünmüştü. Ta ki ailesi Max’in bileklerinin arkasının kanadığını ve yırtıldığını görene kadar. Bu deneyim, Max’ın kendine zarar verme niyeti taşıyan ilk hatırasıydı. Bazen tamamen can sıkıntısından bile kendine zarar vermeye başlamıştı. Ortaokulda derisini kazımaya ve kesmeye başlamıştı. “Bazen sınıfta o kadar çok sıkılıyordum ki hemen tuvalete gidip kendimi kesip çaresizce yaşadığım bu can sıkıntısından kurtulmak istiyordum” diye anlatıyordu bu durumu. Bir süre kahvaltı ve öğle yemeği yememeye başlamıştı. Aç olmanın verdiği acıyla daha kolay odaklanabildiğini düşünüyordu. Kendisini aç bırakmasının ardında başka bir sebep daha yatıyordu tabii: görünüşünü geliştirmek istiyordu. Zayıf olmak kulağa hoş geliyordu ancak bu bile Max’ın bedeninden tiksinmesine çare olamayacaktı. Bedenine karşı duyduğu bu tiksinme hissi, erkeklerin ilgisini çekmeye başlamasından sonra daha da yoğunlaşacaktı. Çünkü o asla erkeklerle ilgilenmiyordu. 12 yaşındayken sadece kızların ilgisinden hoşlandığını fark etmişti ve kendi yaşındaki kızlarla çıkmaya başlamıştı. Bu deneyimi çok yaralayıcıydı ve Max yaşadığı yineleyici senaryoyu anlattı: kendisinin biseksüel olduğuna Max’ı inandıran ve onun ilişkideki ilerlemelerine karşılık veren bu kız aslında yalnızca erkeklerle çıkmıştı ve yaşadıkları ilişkiyi reddederek Max’ı kabaca terk etmiş ve yeni bir erkekle ilişki yaşamaya başlamıştı. Bu olaydan sonra Max “heteroseksüel olmayı deneme” ye karar vermiş ve kendinden yaşça büyük bir erkekle çıkmaya başlamıştı. Bu adamı memnun etmeye çalışmış ve arkadaşları gibi olmayı istemişti. Bunun bir şeyleri düzelteceğine inanıyordu. Bu sırada yaşıtları gibi giyinmeye özen gösteriyordu: destekli sütyenler, kısa üstler, kısa etekler ve atkuyruğu ile toplanmış uzun saçlar. Cımbız kullanıyor, ağda yapıyor ve kendini tıraş ediyordu. Yerine göre topuklu ayakkabı da giyiyordu. Fakat bunların hiçbiri hiçbir zaman doğru hissettirmedi. Max saçını kısa kestirmeyi ve erkek kıyafetleri giymenin özlemini çekti. 14 yaşındayken en yakın arkadaşının bir erkek tarafından saldırıya uğradığını gördü ve cinayet işlemekle ilgili fanteziler kurmaya başladı. Bir gün hayata atıldığında, internette gezinirken yeni bir kelime keşfetti “transseksüel”. Bedenleriyle iç dünyalarında hissettikleri uyuşmuyor gibi hisseden kadınların hikayelerini okumaya başladı. Max daha önce kendini hiç kız bedenine hapsolmuş bir erkek gibi hissettiğini düşünmemişti. Bu düşünce çok ilgi çekiciydi çünkü neden bedeninden nefret ettiğini ve bedeninin hiçbir zaman ona ait bir şey olduğunu hissedemediğini açıklıyordu. Bu düşünce, hissettiklerine iyi gelecek bir iyileşme için ona umut verdi. Düşündükçe “yanlış doğduğunu” hissetmek onu rahatlatıyordu. Problemin kaynağını bedeni olarak gördükçe bunun çözülebilir bir şey olduğunu düşünmeye başladı.

     15 yaşına geldiğinde Max hiçbir zaman kız olmadığını ve kız gibi hissetmediğini herkese açıkladı. Bundan 6 yıl önce ailesine dönüşmek istediği söylediğinde çok şaşırdılar. Cinsiyet terapistine gitmeye karar verdiler. Kendisi de bir trans-erkek olan terapist Max’a depresyon, kaygı ve cinsiyet hoşnutsuzluğu teşhislerini koydu. Cinsiyet hoşnutsuzluğunu yenmek için bazı çözümlerin varlığından bahsetti. Bunlardan ilki sosyal dönüşümdü. İsmini değiştirmek, insanların ona hitap ederken kullandığı zamirleri değiştirmek ve arzulanan cinsiyete daha uyumlu olacak bir görünüşe sahip olmak sosyal dönüşüm için gerekli adımlar olarak belirtildi. 3 ay sonra terapistle görüştükten sonra testosteron hormonu almaya başladı. Hormon terapisi, cinsiyet hoşnutsuzluğu yaşayan kişiler için genellikle “hayat kurtarıcı tıbbi bir tedavi olarak tanımlanıyor çünkü bedenin arzulanan şekle girmesini sağlıyor. Terapisti ilk başta Max’a yaşayacağı dönüşümün, kaygısını ve depresyonunu kesin olarak ortadan kaldıramayabileceği söyledi. Ancak Max testosteron almayı ve bu ameliyatı olmak istediğini söyledi. En sonunda terapist pes etti ve pediatrik endokrinolojiste Max’ın hormon tedavisine başlamak istediğini belirten bir mektup yazdı. 18 yaşından küçük olduğu için, yasalar gereği Max’ın ailesinden bu tedavi için izin alındı.  17 yaşına geldiğinde Max testosteron hormonu almaya başladı ve sonraki iki yıl boyunca adet görmedi, vücudundaki bazı yağ katmanları yok oldu, kaslarının kütlesi arttı ve yüzündeki/vücudundaki kıllar çoğaldı. Sesi derinleşti, klitorisi şişerek genişledi ve libidosu canlandırıldı. (Transseksüel kadınlar östrojen aldıklarında meme bezleri gelişir ve vücut yağları kalçalara doğru yayılır.)

     Ne var ki, hormonlar ergenliğin tüm etkilerini engelleyemezler. Eğer göğüsler büyüdüyse testosteron onların görünmesine engel olamaz. Adem elması büyüdüyse östrojen onu küçültemez. Eğer çene ve dudak üzerinde kıl folikülleri oluşmaya başladıysa bunlar durdurulamaz. Ergenlik öncesinde dönüşen transseksüel çocuklar bu açıdan daha şanslılar. Ergenlik önleyicileri sayesinde bu çocukların doğal gelişimleri durdurulabilir. Tabii bu önleyici hormonların tıbbi ve psikolojik etkileri konusunda da çok ciddi sorular var ortada. bu önleyiciler genellikle “tamamen geri çevrilebilir” olarak tanımlanıyor ve eğer çocuk bunları almazsa en sonunda ergenlik devam ediyor. Fakat bunların ergenlerin beyin gelişimini değiştirip değiştirmediği ve anormal kemik büyümesi gibi muhtemel yan etkilere sahip olup olmadığı bilinmiyor. Karşıt cins hormonlar daha da sorunlu. Östrojenin damardaki kan pıhtılaşması riskini anlamlı bir şekilde arttırdığı ve testosteronun da ileriki dönemlerde yumurtalık kistlerinin oluşma ihtimalini arttırdığı (Bu yüzden bazı transseksüel erkekler yumurtalıklarını aldırmayı tercih ediyorlar) kesin olarak biliniyorken, olası diğer tıbbi ve psikolojik etkiler henüz bilinmiyor. Ek olarak, bazı karşıt cins hormonlarının etkilerinin geri döndürülemeyeceği biliniyor. Testosteron alan birinin sesinin kalınlaşması ve klitorisin şişmesi geri döndürülemezken; östrojen alan birinin oluşan göğüsleri de aynı şekilde kalacaktır. Hormon tedavisine başlarken çocukların yaşı yerine ergenliğin hangi evresinde oldukları göz önünde bulundurulmalıdır.

     Göğüsleri çıkmaya başlaması en başından beri Max’ı rahatsız hissettiriyordu.. Birkaç ay boyunca daha düz olması için göğüslerini bağladı fakat bu da acı vericiydi. Dönüşümündeki bir sonraki adım, transseksüel erkeklerde en sık rastlanan ameliyat türü olan göğüslerin alınmasıydı. Lise son sınıftayken Max’ın cinsiyet terapisti ona “üst vücut ameliyatı” olmasını öneren bir mektup yazdı.  Max ailesine karşı kararlı görünmesine rağmen içten içe tereddütler yaşıyordu. Dönüşümü düşünmeye başlamasından itibaren obsesif bir şekilde şüphe duygusuna kapıldığından bahsediyordu. Vücudunu daha maskülen yaptığı için acaba pişman olur muydu? Yaşadığı korkulardan terapistine bahsetmeye başladı. Ancak daha sonraları terapistin bu ameliyatı engellemek istemesinden de korkmaya başladı. Önce göğüs aldırma ameliyatı oldu. Bu ameliyattan sonraki iyileşme dönemi biraz sancılı geçmesine rağmen Max bunu da atlatabildi.18 yaşına geldiğinde arkadaşıyla birlikte başka bir şehre taşındı. Yeni arkadaşlıklar kurdu. Kaygı ve depresyonu azaldı. Hayatının kolaylaştığını ve kendini yeniden yarattığını düşündü. Her şey istediği gibi giderken 19 yaşına girdiğinde, yani transseksüel olmasından 3 yıl sonra hata yapmış olabileceğini fark etti. 21 yaşında yeniden kadın oldu.

     Başarılı geçen 6 ayın sonunda, derinlerde bir yerde emin olmama hissinin yattığını fark etti. Erkek olarak görünmenin bazı dezavantajları olduğunu fark etti. Sokakta yanından geçen kadınlar ondan “korkuyorlardı”. Çocukluğuyla ilgili konuşmaktan ve birinin onun kadın olarak doğduğunu anlamasından çok çekiniyordu.  İlk başta Max dönüşümle ilgili “birazcık garip” hissettiğini düşünmeye başladı. Dönüşümün herkese iyi gelip gelmediğini düşünmeye başladı. Aylar geçtikçe aslında dönüşüm yaşamaktan çok da memnun olmadığını fark ederek kendine dürüst olmaya başladı. 4 yıldır erkek olarak tanımlandıktan ve 2 yıldır da erkek olarak göründükten sonra, Max eski cinsiyetine geri döndü ve testosteron almayı bıraktı.

 

Bazıları 12 yaşından küçük olan ve cinsiyet kliniklerine başvuran çocukların sayısı arttıkça klinisyenlerin ve ailelerin kafasında soru işaretleri oluşmaya başladı: "Çocuk fikrini değiştirirse ne olacak?"

 

     Araştırmalara göre cinsiyet hoşnutsuzluğu gösteren ergenlik öncesi çocuklarının %73 ila %88 oranındaki çoğunluğu büyüdüklerinde yetişkin transseksüel olmuyorlar. Klinisyenler trans kimlikleriyle devam eden ve etmeyen çocukları birbirlerinden ayırt edebilir miyiz diye merak etmeye başladı. Hollandalı klinisyen Dr. Thomas Steensma’nın Amerikan Psikiyatri Birliği onaylı görüşüne göre, böyle bir ayrımı yapmak mümkün değil. Hollandalı danışmanlar, ergenlik öncesindeki ergenleri “yakın gözlem” adını verdikleri yöntemle, doğal ve dikkatli bir şekilde incelerken cinsiyet kimliklerinin herhangi bir cinsiyete doğru yönlendirilmeden, doğal olarak ortaya çıkmasına izin veriyorlar. İdeal olarak, ergenlik öncesinde dönüşümle ilgili herhangi bir karar verilmiyor. Orijinal kimliğine dönmeyi çok zor gören, fikrini değiştiren çocuklar için kaygılandıklarından böyle bir sisteme geçtikleri biliniyor. İsveç’te yapılan 50 yıllık bir araştırmanın sonucunda tıbbi olarak dönüşüm yaşayanların %2.2’si sonrasında pişmanlık yaşadığı bulunmuştur (Buna karşın, Estetik Cerrahi Dergisi’ne göre estetik cerrahi hastalarının %16’sı yeni burunlarını beğenmemektedir). Fakat, dönüşüm sonrası pişmanlık yaşayıp yeniden doğal cinsiyetine dönenlerin pek çoğu doktorlarını bilgilendirmediği için gerçek oranlardan bahsetmek çok zor.

 

Peki onca zorlukla dönüşüm yaşadıktan sonra transseksüel insanlar neden eski cinsiyetlerine geri dönmek istiyor?

 

     Bazıları yeni cinsiyetinde kendilerini eskisi gibi rahat hissedemiyor, bazıları hormon terapisinin masraflarını karşılamaya devam edemiyor, bazıları ise halen ameliyatla ilgili zorluklardan muzdarip ve hormon almanın uzun vadedeki etkileri hakkında endişeli. Bazen hayat transseksüel bir birey olarak zor geliyor. Transfobik bazı kişiler, bu bireylerin eski cinsiyetlerine dönmesine neden olabiliyor.

     Max’ın eski cinsiyetine geri dönmesinin birkaç nedeni olduğu söylenebilir. Küçükken sadece kız bedenine hapsolmuş bir erkek gibi hissettiğinden değil ayrıca neden bir erkeğe dönüşmeden kızsal şeylerden nefret eden fakat diğer kızları seven bir kız olarak kalamadığını anlayamadığından mutsuz bir çocukluk geçirmişti. Testosteron almayı bıraktığında vücudu yeniden değişmeye başladı. Sonraki yıllarda vücudundaki yağ yeniden kalçalarına yayılmaya başladı. Kas kütlesi kaybetmeye ve yeniden adet görmeye başladı. Önceleri “saçma” olan cinsel dürtüsü “yönetilebilir” bir hale geldi. Daha duygusal olmaya başladı. Dönüşüm sonrası bazı şeyler eski haline dönerken bazı şeyler de aynı şekilde kaldı. Örneğin ses tonu kalın olarak kaldı. Sakalları tam olarak geçmedi. Çoğu zaman yabancılar tarafından bir erkek gibi görülmeye devam etti. Max için bu acı verici bir durumdu. Bir kişinin cinsiyetinin belirsiz olması diğerlerinin kafasını karıştırmaya yetiyor. Max ailesine ve arkadaşlarına eski cinsiyetine geri döneceğini açıkladığında kendini çok aptal hissetti.

     Max 15 yaşından beri yaşadığı kaygı ve depresyonu yaşadığı cinsiyet hoşnutsuzluğuna bağladığı için bu dönüşümü yaşamakta ısrar etti ve sonra pişman oldu. Buradaki önemli nokta, neyin sebep neyin sonuç olduğunu dikkatlice irdelemek olabilir. Max’ın önceki yıllarda aldığı bipolar ve dikkat dağınıklığı teşhisleriyle lezbiyen bir genç olarak görülmesi, kaygı ve depresyon yaşamasına sebep olmuş ve aslında cinsiyet hoşnutsuzluğu değil de daha önceden aldığı bu teşhisler onun kendini kaygılı ve depresif hissetmesine sebep olmuş diye düşünmek mümkün. Sonuç olarak, cinsiyet hoşnutsuzluğu başka bir hayat probleminden sonra ortaya çıkmış olabilir. Bu yüzden bir akıl sağlığı profesyonelinden yardım almak çok önemli. 1973 yılında homoseksüelitenin DSM adlı tanı kitabından çıkarıldığı ve bir hastalık olarak görülmemeye başlandığı gibi cinsiyet hoşnutsuzluğunun da zihinsel bir rahatsızlık olarak sınıflandırılmaması adına Dünya Sağlık Örgütüne başvuran bir grup mevcut.  Danimarka bu grubu destekleyen ilk ülke oldu.

Buradaki esas mesele, sağlık değil kimlik. Sonuçların zararlı olabileceğini bile bile insanlar kendi tedavilerinde özerk olmak istiyorlar. Hastalarının bedenlerine yapmak istediği şeylere saygı duymak zorunda olan doktorlar da bu duruma karşı çıkamıyorlar. Ama aynı zamanda hastaya zarar vermemeleri de gerekiyor. Ya genç bir kızın bastırılmış lezbiyen fantezileri erkeğe dönüşme arzusunu tetikliyorsa? Dönüşüm geçici olarak hoşnutsuzluğunu ortadan kaldırabilir ama terapide bu düşünceler ve fanteziler daha etkili bir şekilde çalışılabilir.

 

Cinsiyet hoşnutsuzluğuna karşı toplumsal ve psikiyatrik yaklaşımlar nasıl?

 

     Cinsiyet hoşnutsuzluğunun bir hastalık olarak görülüp görülmemesi ve tedavi gerektirip gerektirmemesi gibi konularda çekişmeli bir tartışma da mevcut. Pek çok psikolog, transseksüel topluluk gibi cinsiyet değişiminin bir hastalık olarak görülmemesi gerektiğine inanıyor. Bu hassas konudaki tartışmalara farklı açılardan bakalım:

1)Uyum sağlayıcı yaklaşıma göre; cinsiyet uyumsuzluğu bir hastalık değildir ve psikiyatrik birimler cinsiyet değişimi gösteren bireyleri uygunsuz bir şekilde patolojik olarak gösteriyor. Hoşnutsuzluğun sosyal olarak reddedilmeyle, genitalyalardan memnuniyetsiz olmakla ve genel fiziksel gelişimle ilgili olduğunu düşünmeyi tercih etmiyorlar. DSM’nin streotipik cinsiyet rollerini ( erkek aktif ve agresif olmalı, kadın hassas ve besleyici olmalı gibi) pekiştirdiği savunuluyor. DSM cinsiyet değişimlerini bir sprektrum altında görmüyor ve cinsiyeti basit bir ikilik içinde ele alıyor. Bu yaklaşımı benimseyenlere göre sadece toplum değil psikiyatrik topluluk da cinsiyet değişimlerine karşı daha kabullenici ve uyum sağlayıcı olmalıdır. Hem topluma hem de DSM’e göre erkeklerin cinsiyetine uygun davranışlar göstermemesi kızlara göre daha uygunsuz karşılanıyor (örneğin erkeğin korkak bir kız gibi davranması, kızın erkeksi olmasında daha kötü algılanıyor). DSM’in önceki versiyonunda cinsel kimlik bozukluğunun olması, kişilerin damgalanmasına neden oluyor, özgüvenlerini zedeliyor, insani değerleri yıkıyor ve cinsiyet uyumsuzluğu gösteren kişilerin toplumdaki bireyler tarafından duygusal ve fiziksel olarak istismar edilme riskini arttırıyordu.

2)Psikolojik müdahale yaklaşımına göre; cinsiyet uyumsuzluğu bir hastalıktır çünkü bu durum kişilerin rahatsızlık yaşamasına sebep oluyor, sosyal, akademik ve mesleki işlevselliğine zarar veriyor. Bu bozukluğu yaşayan bireylerin yüksek oranlarda psikopatolojiye sahip olması ve intihar, depresyon ve madde kullanımlarının artmasının bir müdahale gerektirdiğini düşünüyorlar. Araştırmalar aynı zamanda bu bozukluğu yaşayan çocukların ailelerinde de yüksek oranda psikopatolojiye rastlandığını gösteriyor. Bir çocuğun cinsiyetini değiştirmek istemesiyle derisinin rengini değiştirmek istemesini aynı olarak gören bu yaklaşıma göre çocuğun diğer cinsiyete geçme arzusunu destekleyen kişiler etik olmayan bir şey yapıyorlar.  Buna göre tedavinin odağında çocuğun biyolojik cinsiyetine uygun olan cinsiyetini kabul etmesi bulunuyor. Müdahalenin cinsel yönelimden bağımsız olduğu ve ergenlik döneminde cinsiyet hoşnutsuzluğu yaşan gençlere yönelik olmadığı, sadece erken çocukluk döneminde bir tedavi çerçevesi oluşturabildiği düşünülüyor.

 

Cinsiyet hoşnutsuzluğu yaşayan bireylerde psikanalitik terapi nasıl işliyor?

 

     Psikanalitik terapinin odağında anne-çocuk ilişkisi oluyor. Feminen davranışların başlamasına sebep olan şeyin çocuğun gerçekten veya hayali olarak anne kaybı yaşaması olduğu düşünülüyor. Bu kayıp çocuğu yaralıyor ve cinsiyet temsillerinin yoğun bir şekilde davranışlara yansımasına neden oluyor. Terapinin amacı,  çocuğun bağlanma figürünün kaybını çalışabilmesi ve böylece karşı cinse ait davranışları sergileme arzusunu bastırabilmesi. Araştırmalara göre, cinsiyet kimliğinin oluştuğu hassas dönemlerde annenin psikolojik olarak ulaşılabilir olmaması veya geri çekilmesi, ayrılma kaygısı ve gerçekten annelerini kaybeden erkek çocuklarında görülen feminen davranışların oluşması gibi psikolojik ve davranışsal durumlar yaratabiliyor. Bazı araştırmalara göre ise tam tersine, feminen özdeşleşme anneden aşırı derece uzak olmakla ilgili değil anneye aşırı derecede yakın olmakla ilgili. Bu durumda anneden ayrışmak terapinin çalışma odağı olacaktır. Cinsel kimlik bozukluğunu inceleyen araştırmaların pek çoğu babanın rolüne de bakmıştır. Babanın genel olarak ya fiziksel olarak var olmadığı ya da duygusal olarak dış çevreyle ilgili olduğu biliniyor. Eğer baba yok ise veya olayların içinde değil ise, terapinin hedefi çocuğun erkeklik ve erkek olmakla ilgili daha bütün bir bakış açısı elde etmesi ve babanın olumsuz psikopatolojisinin etkisi üzerinde çalışmak olacaktır. Bu durumda erkek terapist maskülen özdeşleşme için iyi bir fırsat sunabilir. Başka bir psikanalitik bakış açısına göre, ebeveynlerin maskülenliğe ve feminenliğe yönelik tutumları çocukların cinsiyet gelişimlerini etkileyebilir. Erkekliği ve maskülenliği küçük gören bir kadının oğlu, annesiyle ilişkisini güvende tutmak ve annesinin onu reddetmesini engellemek için feminen tutumlar sergileyebilir.

 

Cinsiyet hoşnutsuzluğuna biyolojik temelli yaklaşımlar nasıl?

 

     Cinsiyet hoşnutsuzluğu yaşayan kişilerdeki genetik ve nöroanatomik belirtilere bakmak amacıyla, 2012 yılında Belçika’da bir üniversitede yapılan araştırmada aynı cinsten 44 ikiz grubu en az bir ikizin transseksüel olması şartıyla incelenmiştir. 23 tek yumurta ikiz grubundan 9’unda her iki kardeş de transseksüel iken, 21 aynı cinsten çift yumurta ikiz grubundan her iki kardeşin de transseksüel olduğu bir duruma rastlanmamıştır ve böylelikle transseksüel kimliğin genetik bir alt yapısının olduğu bulunmuştur. Bu sonuçlara rağmen hangi spesifik genetik farklılıkların etkili olduğu açık uçlu bir sorudur. Benzer olarak, bazı nörobilimsel çalışmalar trans bireylerin beyin yapılarının doğuştan aynı cinsiyette oldukları kişilerinkiler yerine, aynı toplumsal cinsiyette olan kişilerininkine benzediğini göstermesine rağmen bu sonuçlar her zaman küçük örneklemler içermiş ve henüz tekrarlanmamıştır. Zhou ve ark.’nın cinsel davranışta etkili olan beyin bölgesini araştırdığı (stria terminalisin bed çekirdeği) çalışmasında, kadın beyin dokusu ile transseksüel erkek (yeni kimliği kadın) beyin dokusu arasında benzerlik bulunmuştur.

 

 

 

Kaynakça:

https://medium.com/@nihandikme/freuda-g%C3%B6re-cinsel-kimli%C4%9Fin-ilk-belirleyicisi-%C3%B6dipal-d%C3%B6nemdir-cd9f2bce0c7d

https://www.1843magazine.com/features/when-girls-wont-be-girls

https://www.scientificamerican.com/article/when-sex-and-gender-collide/

https://www.sabah.com.tr/yazarlar/cumartesi/bsemerci/2005/12/10/cocuklarda_cinsel_gelisim2

http://www.eyuboglu.com/tr/campusLife/publications/rehberlikPostasi/files/2013042600.pdf

Beşen, M. A. & Aslan, E. Transseksüalite: Genel bakış. Kadın Cinsel Sağlığı. 145-148.

Dombrowski, S., Gischlar K., & Mrazik, M. (2011). Assessing and Treating Low Incidence/High Severity Psychological Disorders of Childhood. Springer, New York.